Kılıçdaroğlu ne istiyor?

Siyasal kişiler hakkında analiz yaparken, onun kişiliğini ve siyasal davranışları üzerinde şu ya da bu derecede etkili olan psikolojik durumunu ihmal etmemek gerekir.

Bugünkü görünümüyle Kılıçdaroğlu, aldatılmış, ihanete maruz kalmış veyahut daha nazik bir ifadeyle, kendisine verilen sözler yerine getirilmemiş bir tipi canlandırmaktadır.

Emperyalistlerin neo-liberal oligarşik bir örgütü olarak, Soros Vakfı’nın ülkemizdeki kurucularından birisi. Elindeki diploma, kariyeri, ve cebindeki Gülen referansıyla, en çok CHP’de vekillik yapabilecek, ya da onun muhasebe departmanında iş bulabilecek bir figür olduğu halde, bir Cemaat-Erdoğan operasyonuyla, ayak sürüyerek, ayak altında dolaşan Baykal’ın alaşağı edilmesiyle, partiye genel başkan yapılmıştı.

Tabii uluslararası finans-kapital ve yerli bağlantıları tarafından onun tercih edilmiş olmasında, bence, önemli bir başka etken de, Türkiye tarihinde ta Selçuklu devrinden beri muhalif yapılarıyla devleti (bazen yıkılmasına yol açacak kadar) zorlamış Alevi kimliğinin de bulunmasıydı. Böylece olası en etkili muhalefet gücü olarak Aleviler kontrol altında tutulabilecekti (mesela, Gezi Ayaklanması sırasında katledilenlerin hemen hepsi Alevi idi).

AKP rejimin inşa edildiği sıralarda, görevi rejimin muhalefetini oluşturmaktı. Nitekim, rejimin ihtiyaç duyduğu en kritik momentlerde, bütün şaibeli seçim organizasyonlarında adeta bir siyasal paratoner işlevi gördü.

Son şaibeli başkanlık seçimlerinden sonra inandırıcılığını iyice yitirince, muhalif kitlelerin arayışlarının kontrolden çıkmasını önlemek için onu o göreve getirenler bu kez ıskartaya çıkarma kararı aldılar. Burjuva siyaseti böyledir.(1)

31 Mart seçiminde yeni CHP liderliği beklemediği bir başarı elde etti. Ancak, Kılıçdaroğlu misyonunu devam ettirmek için “gaz alma gösterileri” dışında, kitlelerin “hemen erken seçim” beklentisine yanıt verecek, bir hamle yapmadı. Yapmak istemediğini de, demagojik, “hem müzakere hem mücadele” diyalektiği formunda ilan etti.

Gelgelelim, sınıf mücadelesi söz konusu olunca sermaye sınıfı son derece gerçekçidir. Kararlıdır. Sermaye tarafı bir erken seçim olasılığının artmakta olduğunu görüyor. Bu haliyle rejimin öngörülenden daha erken bir seçime maruz kalmasını arzu etmiyor.

Muhalif kitlelerin artan baskısı, Özel’in “erken seçim” teması etrafında gargara yapmayı tercih etmesi, “ezik” portresi sunan Kılıçdaroğlu’nun ittirilmesini olanaklı kılıyor. Kişilik, psikoloji olarak buna yatkın bir tip.

Kılıçdaroğlu’nun elindeki tek siyasal koz erken seçim. Özel, parmak hesabıyla takvimde ortasını bulmuştu zaten. Şimdi, CHP olası bir erken seçime nasıl girecek, tek parça halinde mi? Yoksa, dere geçerken at değiştirilecek mi? Bilmiyoruz.

Bununla birlikte, muhalif kitlelerin kafasının epey karıştırılacağını söylemek kehanet olmaz. Sermaye açısından, CHP’nin elinde beklenmedik ölçüde büyük ve daha fazla büyüme eğilimi gösteren bir siyasal gücün bulunması da (en azından şu halde) kabul edilebilir değil.

CHP’nin tarihsel olarak yüksek bir seçmen desteğine kavuştuğu bir zamanda içten karıştırılması, sonunda, bölünmesi, zayıflatılması, tıpkı mevcut liderliğin kitlelerin talebi olan siyasal hamleleri yapmaması halinde olacağı gibi, en çok bugünkü iktidarın ve onu iktidarda tutmak isteyen güçlerin çıkarına olacaktır.

Bakınız, Fransa ve İngiltere’de de, rejimlerin iktidar ve muhalefetleri, Le Penistlerle, “Yeni Halk Cephesi”; İşçi Partisi ve Muhafazakâr Parti arasında rejimin isterlerine yanıt vermek bakımından işlevsel bir farklılık yoktur. Bu bir sır da değil.

Zaten bunalmış kitleler de bunun farkında olduklarından “sistem karşıtı” söylemlerine, amiyane tabirle, tav olarak malum popülist partilere yöneliyorlar. Hem sağ popülist hem de “sol” ittifaklar (bu noktada, Syriza örneğini hatırlayalım) finans-kapitalin elindeki oyuna sürebileceği işlevsel kartları çoğaltıyor.

Son olarak, İngiliz İşçi Partisi’nin seçim kazanan yeni lideri, eşi ve çocuklarının ortodoks Yahudi olduklarını, kendisinin de kendisini artık öyle hissettiğini, Cuma ikindisinden başlayan Musevi Cumartesi’leri için Cuma’dan izinli sayılması için talepte bulunacağını söylemiş (Haklı. Din söz konusuysa, ctesi İnsan için değildir, insan Ctesi içindir), sabık Hint kökenli başbakan da kampanya sırasında onu bu sözleri dolayısıyla eleştirmişti.

Tabii Starmer da, “ailevi nedenlerden dolayı” ortodoks bir Yahudi olmasına rağmen hakikatli davranıp, onu anti-semitist olmakla suçlamıştı.

Neyse, onlar en azından Enternasyonal dinleyerek tatmin olabiliyorlar. Bizse, hâlâ arabeski aşamadık.

NOT:

(1) Tarık Ali (kendisinden beklenemeyecek kadar) iyi yazılmış Churchill kitabının bir yerinde şöyle söylüyor :

” Yine de tarih öngörülemez bir şeydir. Bir aktörü alır, ona güzel elbiseler giydirir ve rol ile gerçekliğin birbirine karışacağı derecede belirli bir rolü oynamaya zorlar. Perde indiğinde onları bir kenara atar, sonra kendine acemi ama öğrenmeye hevesli yeni aktörler seçer ve onları savaş alanına sürer. Churchill kendi devrinin şekillendirdiği böyle bir aktördü sadece.”