İktidardaki koalisyon, bugünkü koşullarda, ancak 2013 Haziran’ındaki halk ayaklanması gibi, tıpkı bundan önceki koalisyonun başına geldiği gibi, halkın inisiyatif almasıyla bozulabilir.
Hatırlarsak, o zaman da muhalefet, gerçek bir muhalefet gibi davranmaktan kaçınıyor, top çeviriyordu. Hatta Gezi olayı patladığı sırada, CHP’nin artık güreşe doymayan pehlivan görüntüsü veren sabık başkanı yanlış hatırlamıyorsam, İstanbul, Üsküdar Meydanı’nda bir “gaz alma” mitingi düzenleyecekti.
O halk ayaklanması sonrasında panikleyen ortaklar arasında beklenen hesaplaşmanın erkene alınması, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz’a kadar uzanan bir süreç…
Şimdi de, iktidarın kitle desteğinin hızla azaldığı koşullarda, hazır CHP de yumuşama ve AKP ile olası bir koalisyon için sinyal veriyorken, yeni, üçüncü bir koalisyonla yola devam etmek olanağı Erdoğan tarafından değerlendirilmek istendi.
Tabii bunun için artık kitleler tarafından taşınması mümkün görülmeyen mevcut koalisyonun bir biçimde bozulması gerekiyordu. Sinan Ateş cinayetine koalisyonun AKP kanadı tarafından vaktiyle eski ortak Cemaat’in “17-25 Aralık ” hamlesine benzer bir işlev yüklenmek istendi. Ancak Tayyip Erdoğan, bu bakımdan, Cemaat kadar cesur davranamadı. Hamlesinin arkasında duramadı.
Cemaat cesurdu, çünkü devletin güvenlik aygıtlarının, bu arada, emperyalist güçlerin de desteğine sahip olduğunu düşünüyordu. Şark’ta genellikle olduğu gibi, kendisine vur denildiğinde, öldürmeye kalkışınca, ortada bırakıldı.
Cemaat cesurdu, çünkü Tayyip Erdoğan’ın, o zamanki medyanın sık kullandığı bir ifadeyle, “bakanlar”, “danışmanlar”, “yaverler”, “korumalar” aracılığıyla “ense köküne kadar girmiş” ti.
O koalisyonun çözülmesi hayli gümbürtülü ve kanlı olmuştu. Hatta şimdiki koalisyonu oluşturan diğer kanat devreye girmemiş olsaydı, Tayyip Erdoğan devri o zaman kapanmış olacaktı.
Ergenekon ve benzeri davalar dolayısıyla tasfiye edilmeye çalışılan derin boyutuyla birlikte o zamanki devletin Gezi’nin bir yan sonucu olarak kurtulması, AKP rejiminin yenilenmesinde, ya da ikinci döneminin başlamasında önceden kimsenin düşünmemiş olduğu bir etken oldu.
15 Temmuz’dan sonra devlette, özellikle güvenlik bürokrasisi içinde oluşan (biçimsel olarak) “bonapartist” kısa arayı, Erdoğan, bu arkasındaki, topladığı sokak güruhu da dahil, yeni destekle, iyi değerlendirerek, malum sivil darbesiyle sona erdirdi.
Erdoğan o sıralarda, resmedilmesini Viktor Hugo’nun fırça darbelerine borçlu olduğumuz, kendi çapında bir “Küçük Napolyon” portresiydi.
Tabii, bu yeni koalisyonun yeni ortağı, eskisinin deneyimlerinden dersler çıkartacaktı. Bu anlaşılır bir şey. İşi sıkı tutacaktı. Erdoğan’a muhafızlık etmek sadece bakanlara, Saray danışmanlarına, hatta “baş danışmanlar”a, yaverlere, güvenlik bürokrasisindeki elemanlara bırakılamazdı. Kuşatma, Erdoğan ve çevresinin yaramayacağı şekilde tahkim edilmeliydi.
Bu arada, Gezi korkusu belki de Erdoğan’dan daha çok bu yeni ortağın ya da yeni ortakların bilincinde yerleşik olmalıdır.
Koalisyonun yeni ortağının ( veya yeni ortaklarının) bu kez Erdoğan’ın zaafını iyi bilmeleri dolayısıyla olsa gerek, ona bir işbölümü önermiş ya da dayatmış olmaları mümkündür. O akçalı işleri, ihaleleri vb çekip çevirirken, diğer kanat “devlet meseleleri” ile meşgul olacaktı. Bu bakımdan Erdoğan’a öncelenmemiş bir hareket alanı yaratılmış olduğu, yakınında bulunmuş olanların malum itiraflarıyla da açığa çıktı (1)
Bu ikinci döneminde Erdoğan ve çevresi için “devletin bekası” teması, yeni ortak tarafından, son yirmi küsür yılda kazanılmış olanların bekası anlamına getirilmiştir. Erdoğan’ın bütün siyasal davranışlarında bu kaygu belirleyici bir konumdadır. Siyasal değerlendirmeler yapılırken, bunun unutulmaması ve ihmal edilmemesi gerekir.
Öbür kanat Erdoğan olmadan iktidarda tutunamayacağını biliyor. Bu yüzden Erdoğan’ı sıkı sıkı tutması gerekiyor. Ne pahasına olursa olsun. Bir erken seçime de, en azından bugünkü koşullarda, izin vermeyeceklerdir. İpten alıp, yeniden, hem de eskisine kıyasla, hayal bile edemeyeceği bir siyasal konumda, iktidar yaptıkları, yeniden var ettikleri Erdoğan’ı şimdi kurda kuşa yedirmek istemeyeceklerdir. Hakları tabii. Ne diyelim?
Ancak bu gidiş de, sürdürülebilir değil. Emperyalistler, sermaye sınıfı, bu arada, onlarla “iltisaklı” iki kanat da, güreşçi tabiriyle, “oyun arayışı” içindeler. Bu işe bir biçimde CHP dahil edilmeden, işin içinden çıkılamayacağında sanki bütün taraflar hem fikir.
Bir yanda, CHP’den çok, AKP’nin üzerine oturmuş olduğu ANAP yapısını devir alma hesapları içindeki İmamoğlu çevresi; diğer tarafta, “Allah devletimize zeval vermesin” kültürüyle yetişmiş Özel. Tabii bir de, joker ya da mikser gibi işlev görmeye hazır Kılıçdaroğlu.
Son bir not olsun, dar alanda kısa paslaşmalar arttıkça, koalisyonun iki tarafının da, daha önce bu netlikte göremediğimiz, ya da hiç göremediğimiz devlet içinden ve dışından, tabii “muhalif” medyadan da bileşenlerini fark ediyoruz.
Paslaşılan alan daralmaya devam edecek. Göreceğimiz hiç bir şey sürpriz olmayacak. Emin olun!
NOT:
Nasıl önceki koalisyon sırasında, AKP’nin iktidarını borçlu olduğu o zamanki ortağı Cemaat, koalisyon iktidarını konsolide etmek için yarattığı davalarda, polis, yargıç ve savcı gibi elemanlarıyla manipülasyonlara başvurduysa, şimdi de benzer bir işlevi başta MHP olmak üzere, bu son koalisyonu oluşturan, bir çoğu “eski soğuk savaş” rejiminin derin devletinin bileşenleri “ulusalcı” ya da “Atatürk milliyetçisi” tabir edilen, mafyayla iç içe geçmiş, asker-sivil bürokratik, siyasal ve medyatik oluşumların, Gezi Davası, Tahir Elçi Davası, Kobani Davası, Gar katliamı Davası ve son olarak Sinan Ateş Davası gibi yargılama süreçlerinde geçmişte Cemaat’in yaptığına benzer bir işlevi yerine getirdiği görülüyor.