Sinan Ateş cinayeti rejimin zayıf karnı mı?

Ülkücü faşistlerin ne olup, ne olmadıklarını gayet iyi biliyoruz. Geçmişte ve bugün de en önemli işlevleri uluslararası finans kapitalin siyasal ve askeri organizasyonlarına entegre devletin, devrimci talepleriyle solun meşruiyetinin, dolayısıyla devrimin güncelliğinin geniş halk sınıfları nezdinde teyit edildiği koşullarda, faşizm ya da başka bir otoriterlik formunda “olağanüstü hal” rejimleri inşa edebilmek için kullandığı paramiliter tabir edilen güçlerdir. Bu amaçla yasa dışı lümpen yapılarla ihtiyaç duyulan bağlantıları kurmak ülkücü organizasyonun ve onun en tepesinde bulunan MHP’nin asli işlevleri arasındadır.

Sinan Ateş siyasal işlevi böylesine net ve birçok kez hizmet ettiği devletin hukuku tarafından da tescil edilmiş bir yapının başkanıydı. Dahası, kendisi de bizzat bu demokrasi ve devrim karşıtı işlevlerini sahiplenmekte, oradan devrim ve demokrasi güçlerine tehditler yağdırmaktaydı.

Tamam, devrimciler siyasal vicdanın temsilcileridir. Ancak, köre öldükten sonra badem gözlü muamelesi de yapmayalım. O örgütünün işlediği ya da işlenmesine katkı yaptığı bir çoğu “faili meçhul” bırakılmış cinayetlerin savunucusuydu. “Devrimci vicdan” ın bir bumeranga dönüşmemesi lazım.

Şimdi, Sinan Ateş üzerinden ülkücülüğün meşrulaştırılmasına devrimcilerin, demokratların izin vermemesi gerekir. Erdoğan ve Gülen gibi islamcıların yaptıkları gibi, ağlama terapileriyle, gözyaşlarıyla işi bir melodrama dönüştürmekten kaçınmalıdır.

Bakın bu cinayetin, anlaşılır bir biçimde, iktidarın zayıf karnı olduğu gerekçesiyle sürekli gündemde tutulduğu sırada, solcu bir figür olarak Diyarbakır’da katledilen Tahir Elçi’nin mahkemesi görüldü, üç katil sanığı hakkında beraat kararı çıktı. Onun da geride bıraktığı bir eşi ve çocukları var. Üstelik eşi CHP’de vekil. Mahkeme kararı CHP’nin dostlar alışverişte görsün tepkisiyle geçiştirildi.

Bu Ateş cinayetinin bu kadar işlenmesi aslında iktidarın büyük ortağının, küçük ortağa karşı bir taktiğidir. Muhalefeti de kullanmasını sağlayan şantaj aracıdır. Görüldüğü kadarıyla, büyük ortak küçükten almak istediğini alana kadar bu Ateş’i harlayacaktır. İkisi arasındaki el ense çekmede, muhalefetin ve bu arada “sol vicdan” ın da konu mankeni olarak işlev görmesi istenmektedir.

Bu iktidarın kendi içindeki çelişkilere oynanarak çözülmesi kolay değildir. Bu dolaylı yola 31 Mart’tan sonra ne gerek var? Rejimin asıl zayıf karnı 3-5 ay içinde gerçekleşebilecek bir erken seçimdir. CHP yönetimi bunu mümkün olduğu kadar öteleyerek bir kez daha rejime hayat öpücüğü vermek görevini yerine getiriyor. Bu söz konusu cinayetle ilgili gündem ve ona yaklaşım biçimi de bu görevin yerine getirilmesine katkı yapıyor.

1 Temmuz günü Ateş davası başlıyor. Muhtemelen, en sonunda, koalisyonun sürmesini temin edecek surette birkaç kanlı kelle ortaya atılarak bu iş kapatılacaktır. Bu rejim çökmeden bu dava aydınlatılamaz. Dahası, hiç bir demokratik sorun çözülemez.

Medyadan öğrendiğimize göre, CHP bu mahkemeye yoğun ve en üst düzeyde ilgi gösterecekmiş. Yani orada da belki bir “Sinan Ateş mitingi” yapacak.

Faili meçhullerin aracı ve destekçisi olan bir örgütün lideri, iç hesaplaşmalar yüzünden, “faili meçhul” e kurban gitti. Her faili meçhul gibi onun failleri de bulunsun, ceza alsınlar elbette. Ama solun binlerce faili meçhul kurbanı ne olacak? “Sol vicdan”, Ateş vakası kadar da olsa, onlar için sızlamayacak mı? Sıktı bu arabesk! Acilen aklımızı başımıza toplayıp, kendimize gelmemiz lazım.