“Demokrasiden bahsediyorsak, oy kullanma hakkını muhafaza eden, ama çalışma ve yaşama hakkını unutan bir demokrasiyi kastetmiyoruz. Özgürlükten bahsediyorsak, toplumsal örgütlenmeyi ve ekonomik planlamayı dışlayan koyu bir bireyselciliği kastetmiyoruz. Eşitlikten bahsediyorsak, toplumsal ve ekonomik ayrıcalıkların hükümsüz bıraktığı bir siyasal eşitliği kastetmiyoruz. Ekonomik yeniden inşadan bahsediyorsak, ( o da gerekli olsa da) aklımızda azami üretimden daha çok adil bir bölüşüm var…. Yeni düzen (ister bir ulusun, ister bir sınıfın, ister bir bireyin olsun) ayrıcalıklı kılınmasını esas almamalıdır. “
(Muhafazakâr İngiliz Times gazetesinin 1 Temmuz 1940 tarihli sayısından imzasız bir köşe yazısı. Dünyada harp var, İngiltere bu harbin hedeflerinden birisi ve muhafazakâr Churchill iktidarda. Kaynak: T.Ali, W.Churchill)
Daha önce birçok söylemiş olduğum bir şeyi yine tekrar edeyim. Hiç bir otoriter rejim sadece iktidarla kurulamaz. Kurulsa da ömrü kısa olur. Uzun ömürlü bütün otoriter rejimlerin “evcil” bir muhalefeti vardır.
Akp rejimi de bugüne kadar evcilleştirilmiş CHP muhalefeti sayesinde yoluna devam etti. Halen de, üstelik son üç seçimde istikrarlı bir biçimde uğradığı erozyona rağmen, istifini bozmadan devam ediyor.
Bu iktidar ve muhalefet arasındaki işbirliği 15 Temmuz kalkışmasından sonra yeni bir evreye girdi. Cemaat’in aradan tamamen çekilmesinden sonra “Yenikapı Ruhu”, yenilenmiş fiili ittifakın, yeni rejimin siyasal ruhunun ifadesi oldu.
Giderek safları genişleyen muhalif kitlelerin arttırdıkları basınçla muhalefet gibi davranması kendisine hatırlatılan, ama bu süreçte de, kaçınılmaz olarak inandırıcılığını yitirdiği için ıskartaya çıkarılan sabık liderinin yerine yenilenmiş yüzüyle yeni bir liderle ve sadece sözcüsü değişmiş yeni vitriniyle CHP’nin daha inandırıcı bir muhalefet partisi haline geleceği düşünüldü.
Kimler tarafından? Hem iktidarın hem de muhalefetinin iplerini ellerinde tutan uluslararası finans sermayesi ve onun işbirlikçileri tarafından.
Bu yenilenmiş haliyle CHP’ye her geçen gün safları genişleyen, basıncı arttıran muhalif kitlelerin gazının alınması için ihtiyaç var. İktidarın inandırıcılığının kalmadığı, yenilenmesinin de olanaklı görülmediği koşullarda, onun muhalefetini yenileyip, inandırıcı kılmak fena fikir değil tabii.
CHP liderliğinin, bir yandan Erdoğan’ı biraz olsun yumuşatma; diğer yandan, giderek hıyar/tuz buluşması tadı vermesini beklediğim “kitlesel” mitingleri sayesinde bu ihtiyaca yanıt vermesi bekleniyor.
Partide sözde yenilenmeden sonra yerinden oynayan taşlar, onun kırılganlığını arttırmış görünüyor. Bir kere kabul edelim, CHP’nin içinde (birisinin diğeri kadar içinde olmadığı izlenimi ediniliyor da olsa) fiilen iki liderli iki parti var. Medyadan izlediğimiz kadarıyla, sabık lider de durumdan vazife çıkartıp, gidişata göre bunlardan birisine tutunma hesapları yapıyor.
Bugüne değin CHP’de bir çok kez kurultaylar oldu, liderler değişti. Gidenin tekrar geri gelmek isteği ve gayreti içinde olduğuna herhalde ilk kez tanık olunuyor. Bunu sanırım Baykal gibi biri bile düşünmemişti. Yani CHP geleneğinde bildiğim kadarıyla ilk kez rastlanıyor. Neyse.
31 Mart’ta sandıktan çıkan esas seçmen talebi, başlıca siyasal talep, hiç tartışmasız, “erken seçim” idi. Hem CHP’ye biçilen “evcil” muhalefet rolü hem de parti içindeki yarılma, bu en meşru kitlesel talebi unutturmak, geçiştirmek işlevi görüyor. Çok zorunlu bir hal dışında, tabii aksi yönde bir talimat almadıkça, CHP’nin erken seçim talebi olmayacağı anlaşılıyor.
Gerçek bir siyasal parti, kitle talebinin oluşmasını beklemez. O talebin oluşması için kitleleri ikna eder.
Müzakere için İçişleri Bakanı, Ekonomi Bakanı sıralarını savdılar, şimdi sırada Milli Eğitim Bakanı mı var, Adalet Bakanı mı? Bu arada mücadele de sahada devam ediyor tabii. Genelden özele doğru. Sırasını savanlar kimlerdi? Eğer sırada Manisa’daki mağdur iğneciler, mesir macunu imalatçıları varsa; öbür parti de boş durmayıp, müteahhitleri, Akçabaat köftecilerini meydanlara toplayabilir. Haberiniz olsun!