Yayın tarihi kamil
Önce şu saptamayı yapalım: Filistin, tıpkı daha önce örneklerini, mesela, Afrika’da, gördüğümüz gibi yabancı istilacıların sömürgeleştirdiği bir ülke. Yani bir sömürge.
Filistin’in sömürgeleştirilmesi, tarihsel olarak ırkçı ve anti-semitist olan emperyalistlerin Avrasya ve Ortadoğu’daki mevzilerini ya da jeo-ekonomi-politik konumlarını güçlendirmek, bu arada da, Avrupa’da 2.D.Savaşı’nın biraz öncesinden itibaren yeni siyasal içeriğiyle yakıcı bir sorun haline dönüşmüş olan “Yahudi sorunu” nu çözmek için temellerini 1.Dünya Savaşı sonrasında Balfour deklarasyonuyla atmış oldukları planın siyonistlerin siyasal önderliğinde gerçekleştirilmesiyle olanaklı olmuştur.
Balfour Deklarasyonu “Yahudi Sorunu”nun emperyalist bir sorun olarak ilanıdır.
Bilindiği gibi, Filistin ülkesi sürekli ivme kazanan aşamalar halinde, 1.Dünya Savaşı’nın ön günlerinden itibaren ama özellikle de 2.Dünya Savaşı sonrasında emperyalistlerin dayatmasıyla, Batı Avrupa’da istenmeyen Yahudi nüfusun göçe teşvik edilmesiyle işgal ettirilmiş, işgalciler ülkede sürekli yayılararak sömürgeleştirilen alanı da sürekli genişletmişlerdir. Bu yapılırken, yerleşik Arap halkı da ülkelerini terke zorlanmıştır. Bu süreç halen devam etmektedir.
Siyonistler ve bölgedeki gerici Arap rejimleri, Şah devri İran’ı ve emperyalizmin uydusu Türkiye gibi bölgesel güçlerin katkıları, bu söz konusu ülkelerin himayesindeki İslamcı siyasetin emperyalist “böl ve yönet” taktiği uyarınca harekete geçirilmesiyle işgale direnen Filistin halkının direnişi kırılmak istenmiş, dünya sosyalist sisteminin bölünmesi ve zayıflaması ve nihayet çökmesiyle birlikte bunda başarılı da olunmuştur.
Ancak, görece lokalize görünümler almış olsa da, direniş bastırılamamıştır. Gazze’de yaşananlar bunun en spektaküler göstergesidir.
Gazze’deki savaş emperyalist bir içeriğe sahiptir. Basitçe, İsrail devleti ve Filistin halkı arasındaki mücadele olarak görülemez. İsrail devleti emperyalist bir projedir. Siyonizm emperyalizmin Avrasya ve Ortadoğu’daki çıkarlarına hizmet etmek için onun arabasına koşulmuştur.
Siyonizmin görünürdeki siyasal içeriği İsrail’in Filistin halkına karşı uyguladıkları “işgal”, “kolonileştirme” “holokost”, “apartheid” dır. Bu saptamaların hepsi doğrudur. Ancak, bunun emperyalizmin bölgesel siyasetiyle bağlantısı kurulmazsa, anlaşılması, dolayısıyla onunla doğru bir şekilde mücadele edilmesi mümkün olamaz.
Tekrar edelim, kapitalist-emperyalist siyasetle iç içe geçmişliği saptanmadan siyonizmin siyasal anlamı kavranamaz. Siyonist proje emperyalist siyasetin himayesinde olanaklı olabilmiştir. Ancak onun sayesinde sürdürülebilir.
Marksist-Leninistler her kim emperyalizmle mücadele ediyorsa, onun yanında olurlar. Marksist-Leninist siyaset her zaman ve ancak emperyalizme karşıt olarak oluşturulabilir. Filistin’deki mücadelenin bir cephesi olarak Gazze’deki savaş emperyalist siyonizme karşı bir savaştır.
Bir devrimci sosyalist kendi siyasal ideallerini saf teorik formları içinde kavramaya, mücadelesini buna göre oluşturmaya kalkışırsa, anti-diyalektik bir yanlışın öznesi olur. Tıpkı bizatihi gerçekliğin saf halde olmaması gibi, saf haliyle bir sosyalizm pratiği de olamaz. Gerçekliğin çok boyutlu olduğunu unutmayalım.
Bu bakımdan, Gazze’de olduğu gibi, emperyalizme karşı direnen, emperyalizmin yayılmacı ve savaşçı emellerine karşı (bugün için) savunma konumunda olan Rusya ve Çin güçlerinin yanında olmak marksizm-leninizmin yöntemine, dolayısıyla emekçi dünya halklarının çıkarlarına uygundur.
Sosyalist bloğun çökmesinden sonra emperyalizmin uygulamaya koyduğu birleşik saldırı stratejisi karşısında devrimci komünizmin enternasyonal birliğini sağlamak, onun ilerici, demokratik direnişlerle ittifakını kurmak zarurettir. Bugün en önemli eksiğimiz budur.
İçinde bulunduğumuz coğrafyada, emperyalist siyasetin en önemli aracı olan İsrail, onun lojistik destek güçleri olarak işlev gören Arap ve Türk siyonizmleri geriletilmeden proleter devrimci siyasetin önünü açacak hiç bir ilerici, demokratik adım atılamaz.
İsrail, ABD ve Avrupa’daki müttefikleri en yüksek mevkilerde bulunan yöneticilerinin ağzından, Gazze’deki emperyalist-siyonist katliamı protesto edenleri Nazi Almanyası’ndaki anti-semitist kampanyaları düzenleyenlerle aynı kefeye koyduklarını ilan ettiler. Bu demagojik sahtekarlık emperyalist ideolojinin işleyiş biçimine gayet uygundur.
Buna karşılık devrimci sol siyasetin, bizatihi İsrail’in, dolayısıyla onun emperyalist ve lojistik payandalarının her siyasal hamleleriyle anti-semitizmi sürekli yeniden ürettiklerini, anti-semitizmin emperyalist-siyonist siyasetin damarlarındaki kan olduğunu ilan etmeleri, bu yolla emperyalist-siyonist demagojiyi geri püskürtmeleri gerekiyor.
Öncelikle, emperyalistlerin bugünkü çıkarları doğrultusunda Hamas’ın terörist ilan edilmiş olmasını kabul edemeyiz. Kapitalist-emperyalizme karşı her kim direniyor, onu geriletmeye çalışıyorsa onu müttefik olarak görmek marksist-leninist siyasetin gereğidir.
Hamas 2017 yılında kendisini açıkça Müslüman Kardeşler’in Gazze şubesi olarak ilan etmişti. Müslüman Kardeşler örgütü 1949’da, Seyyid Kutub’un örgütte en etkili olduğu bir sırada, Britanya’nın, biraz daha sonra da, NATO’nun himayesine girip, onun emperyalist siyasetinin (soğuk savaştaki) aracı haline gelmişti. Bu konumu bugün de (veya henüz) anlamlı olarak değişmiş değil. Dönemsel gel-gitler siyasal maşalık ilişkisinin doğasında var elbette.
Emperyalizm, Büyük Ortadoğu’da “Arap Baharı” bayrağı altında yeni bir saldırı başlatıp, Suriye’yi de hedef aldığında, Hamas müttefik ilan edilmişti. Suriye’deki direnişle geri püskürtüldüğünde, terörist ilan edildi. Zaten görece uzak geçmişte de bu tür gel-git hareketlerinin örneklerini görmüştük.
Hamas’ı emperyalistler ve İsrail kurdurmadı. Ancak, kurulduktan sonra onu taktik amaçlarla kullandılar. Hamas da, Filistin siyasetinde, El Fetih’e karşı alternatif politik bir güç haline gelebilmek için onları kullanmaya çalıştı. Nitekim, FKÖ’nün, dolayısıyla El Fetih’in de teslim olmasından sonra Hamas’ın Filistin mücadelesindeki rolü önem kazandı.
Artık Filistin halkının direnme iradesinin ve talebinin sahadaki sözcüsü olarak etkinliğini arttırması için aşağıdan, halktan gelen baskılara yanıt vermesi gerekiyordu. Halkın mücadele istemi, mücadelenin şiddetlenmesi Hamas üzerindeki basıncı arttırdı. Hamas ya siyasal boşluğu dolduracak ya da etkisizleşerek El Fetih gibi sönecekti.
Hamas birinci yolu seçmek zorunda kaldı. Nitekim, daha bu son eylem gerçekleşmeden içindeki çatlak, halktan gelen basınca dayanamayarak su yüzüne çıktı. Hamas içindeki çatlak, daha 2017’de onun kendisini Müslüman Kardeşler’in bileşeni olarak ilan etmesiyle baş göstermişti. O tarihten sonra Hamas aslında fiilen iki kanada ayrılmıştı.
Haniye ve Meşal’in başını çektikleri Müslüman Kardeşler’e yakın fraksiyon, ve Halil Hayya’nın liderliğini yaptığı M.Kardeşler karşıtı grup. 2022’de Suriye Arap Cumhuriyeti ve İran İslam Cumhuriyeti Hayya grubunu açıkça desteklemeye başladılar.
Bugün Gazze’deki savaşı Hamas bu yapısıyla ve tabii Hamas’la bağlantısı olmayan başka direniş gruplarıyla da ittifak halinde sürdürüyor.
Öte yandan, Hamas konusunda ihmal edilen önemli bir nokta da, onun artık Gazze’de devlet haline gelmiş olmasıdır. Gazze halkının ihtiyaçlarını onun kadar doğrudan ve etkili biçimde karşılayabilecek bir başka oluşum hali hazırda mevcut değil. Koşullar onu devletleştirdi. Ha bu devlet halkın ihtiyaçlarına doğru düzgün ya da yeterince yanıt veriyor mu, o ayrı bir tartışma konusu olabilir. Ancak, mevcut durumda şu ya da bu ölçüde, şu ya da bu yeterlilik derecesinde, fiilen devlet işlevi görebilen en etkili otorite o. Bunu kabul edelim.
Gazze’deki savaş, aynı Ukrayna’daki savaş gibi, bize emperyalist güçlerin ve anti-emperyalist direniş güçlerinin de kendi içlerinde siyaseten yekpare ya da “saf” halde olmadıklarını, olamayacaklarını, dolayısıyla bunların siyasal davranışlarının doğrusal bir biçimde hareket etmediğini, edemeyeceğini bir kez daha öğretiyor.
Şimdi, AKP hükümeti bir grup yaralı Hamas savaşçısını Türkiye’ye buradaki hastanelerde tedavilerinin yapılması için getirtmiş.
Buna karşı çıkılmaz. Ancak, bu olay üzerinden siyonist-emperyalizmin lojistik merkezlerinden biri olan Türkiye’nin ve o siyasetin yürütme organı olan AKP yönetiminin sahtekarlığının deşifre edilmesi, AKP’nin ve onun siyasal İslamcı çizgisinin ikiyüzlülüğünün afişe edilmesi gerekir.
Bu olay etrafında Hamas’ı değil, Türk-İslam siyonizminin bayraktarlığını yapan AKP yönetimini hedef almak gerekir.
Bırakınız ticari ilişkiler içinde olmayı, işgalci-sömürgeci İsrail devletini tanıyan her kimse emperyalist siyasete hizmet etmektedir.
Filistin’li savaşçıların, Hamas’lı olabilecekleri gerekçesiyle ülkemizde tedavi edilmelerine, üstelik de solcu olduklarını iddia eden kimseler tarafından karşı çıkılması, siyonizmi kollayan oportünist bir tavırdır. Mücadele edilmesi gerekir.
Yok efendim, Hamas Batılı devletler tarafından (emperyalistler demeye dilleri varmıyor) bir terör örgütü olarak görülüyormuş (aslında kendileri de öyle görüyorlar), Türkiye dünyada zor durumda kalırmış (Yani, emperyalistlerle ilişkileri bozulur demek istiyorlar). Nitekim, muhtemelen Erdoğan’ın bu ay içinde yapılması beklenen ABD ziyareti de bunun için iptal edilmiş falan…
Bu arada, Hamas ve müttefikleri kazanamayacaklarını bile bile bir savaşı başlattıkları için İsrail’e hizmet etmişler. Bütün bunlar İsrail planıymış. Hamas, İsrail planlarına hizmet ederek Filistin halkını oyuna getirmiş. Neresinden tutsanız, elinizde kalacak komplocu iddialar.
Daha önce söyledim. Mücadele işgal altındaki sömürge halkının talebidir. Yeni bir olgu değildir. Ancak yeni bir aşamaya varmıştır. Daha uzun bir süre devam edecektir.
İlk siyasal kazanımı, Filistin yönetimine tam üye statüsü tanıyan son BM kararıdır. Bu kazanımların zaman içinde artacağına, Netanyahu yönetiminin tasfiye edileceğine de tanık olacağız.
Öte yandan, “yedi düvel” e karşı savaş ilan etmiş kemalist geleneği sahiplendikleri bilinen bu iddia sahiplerinin çıkıp, “Hamas kazanamayacağı bir savaşı başlattı” diye yakınmaları kendi adlarına büyük bir çelişkidir. Kesinlikle devrimci bir tavır değildir.
Kaldı ki Hamas, İsrail’in daha resmen kuruluşu öncesinde başlattığı ve sonrasında da hep yaptığı gibi, doğrudan sivil hedeflere değil, askeri hedeflere saldırmıştı. Bunu yaparken, İsrail askerlerini esir alarak hapisteki Filistinli esirlerle takas etmeyi planlamışlardı.
Kabul edelim, Türkiye sol hareketi içinde bu tür siyonist lobilerin belli bir etkisi var. Bunda tarihsel olarak kemalist Türk milliyetçiliğinin, onun kemalizmini model almış Arap milliyetçiliğini düşmanlaştırmış olmasının payını ihmal edemeyiz.
Kemalist ulusal kurtuluşçu siyasal yöntem ve ideolojiden hayli etkilenmiş, altmışlı ve yetmişli yıllarda palazlanmış, küçük burjuva popülist sol söylem ve pratiğin bırakmış olduğu siyasal izleri de ihmal edemeyiz. Bu eğilimlerle amansız bir mücadele zarurettir.
Kemalizm tarihimizde ilerici bir rol oynamıştır. Burjuva laik cumhuriyeti kurmuştur. Hiç şüphesiz, burjuva cumhuriyeti, mutlak monarşiden, İttihatçıların meşruti monarşizminden ileridir. Ama sosyalizmden geridir.
Yeri gelmişken, Atatürk’ü ve kemalizmi İttihatçılığın devamı olarak sunmak yanlıştır. Diyalektik tabirle, Atatürk ve kemalizm inkârın inkârıdır. Meşrutiyet inkârdır. Cumhuriyet de meşrutiyetin inkârıdır. Atatürk böyle bir ayrıcalıklı siyasal konumu temsil eder. Meşruti monarşist İttihatçıların hedefi haline gelmiş olması da bu yüzdendir.
J.J. Rousseau gibi. O da aydınlanma hareketi içinde hem monarşiyi hem de meşrutiyetçilerin konumunu inkâr etmişti. “Devrimci cumhuriyet” şiarını yükseltmişti. Bu yüzden, mesela Voltaire, Ansiklopedistler gibi Aydınlanma hareketi içinde yer alan figürlerin hedefi olmuştu.
Son olarak, emperyalist-siyonist AKP siyasetinin bu karakterini en açık biçimde dışa vuran, milyonlarca sığınmacının emperyalist taleplerle ülkemize getirilmesiyle sonuçlanan Suriye, Irak ve Afganistan macerası halkımızın tepkisine yol açmıştır. Bu tepki halen gerici, milliyetçi istismarcılar tarafından en başta Arapları hedef alan ırkçı, yabancı düşmanı söylemsel mecralara yönlendirilmektedir.
Gazze’deki direniş karşısında ilerici halk kesimlerinden beklenen etkin kitlesel desteğin gelmemesinde AKP siyasetin neden olduğu yığınsal Arap göçü ve onun siyasal istismarının önemli bir payı olduğu açıktır.
Hiç bir ilerici gerekçesi olmayan, olamayacak tarihsel Arap düşmanlığı bu son gelişme tarafından tekrar harekete geçirilmiştir.
Tabii, Kürt siyasetinin en etkili bölümünün emperyalist-siyonist siyasetin bağlamına dahil olması da diğer bir etken olarak görülmek gerekir.
Bugün Gazze’de Hamas’ın başını çektiği direniş Filistin hareketinin siyasal merkezinin Gazze’ye kaymış olmasını, bu bakımdan da Hamas’ın mücadeledeki önder konumunu teyit etmiştir.
Batı Şeria’da ya da FKÖ’nün yönetimindeki Filistin Ulusal Otoritesi’nin kontrolündeki topraklardan henüz Gazze’ye etkili bir destek gelmedi. Bununla birlikte, ilk uluslararası kazanımı da onlar elde ettiler. Bunu da not edelim.