Rejim bir kez daha yol ayrımında

AKP rejimi 2013 Haziran kalkışması sonrasında bir yol ayrımına gelmişti. Ya dizginleri giderek Cemaat’e kaptırmak ve karşısındaki muhalefet saflarını daha da genişletmek pahasına onunla koalisyonu sürdürecek, emperyalist talep doğrultusunda Cumhuriyet rejiminin yıkılma sürecini daha da hızlandıracaktı. Çünkü emperyalistler öncelikli operasyon alanı olarak seçtikleri bölgemizdeki bütün ulusal egemen devlet yapılarını yıkmak istiyorlardı. Türkiye de buna dahildi. Bu talep bugün de geçerlidir.

Ya da o koalisyonu bozup, yeni iç ve dış ittifak olanaklarını değerlendirerek, söz konusu süreci kendi kontrolünde yürütücekti. Erdoğan tarafı bu ikinci yolu tercih etti. Koalisyonun AKP kanadının ekonomik yağmacılık gibi çok öncelikli bir kaygusunun bu tercihte önemli bir rol oynamış olduğunu düşünmek meşrudur.

Cemaat’in bu tercih karşısındaki tepkisi, 17-25 Aralık operasyonlarıyla başlayıp, 15 Temmuz 2016’da zirvesine ulaşan girişimler oldu.

AKP rejimi böylece ikinci dönemine girdi. Tabii yeni bir koalisyonla. Ülkücü faşist, ulusalcı faşizan, sağ kemalist gibi sıfatlarla anılan ağırlıklı olarak devletin güvenlik bürokrasisinde konumlanmış Türk milliyetçisi gruplarla ittifak yapmak zorunda kaldı. Bu gruplar fiili anlamda siyasal olarak en çok MHP kanalıyla kendilerini ifade ediyorlardı. Halen de böyle.

Söz konusu grupların NATO ile tek sorunları Kürt siyasetine bakışlarıydı. Ortadoğu’nun dizayn edilmesinde Kürt milliyetçi siyasetine etkin bir rol biçilmesini kabul etmiyorlardı. Bu yüzden Rusya kartını kullanmak istediler. Rusya söz konusu yeni ittifakın NATO’ya karşı kullanılacak dış ayağına dahil edildi.

Bu arada bu koalisyon sayesinde, MHP’nin önerisi ve etkin çabasıyla Erdoğan’ın “tek adam” yönetimi şaibeli, hukuksuz uygulamalarla yaratıldı. Erdoğan ve çevresinin ekonomik yağma olanaklarına ulaşmaları önündeki engeller kaldırıldı. Karşılığında yeni rejimin devletinin “kırmızı çizgi” olarak işaret ettiği, Kürt sorununun merkezinde yer aldığı hattın ihlal edilmemesi talep ediliyordu.

Hatta geçen yılın Mayıs’ında başkanlık, bu malum koalisyon güçleri tarafından, hem muhalefet tarafı içeriden manipüle edilerek hem de şaibeli bir seçim tezgahlanarak yeniden Erdoğan’a sunuldu.

Ancak, yağmaya ne dayanır? Bu koalisyonun kendisini jeo- ekonomi-politik olarak sürdürebilme olanakları bugünkü durumda güçleşti. Belediye seçimleri sonuçlarından halkın acil erken seçim istemi çıktı. Bu gerçeği iktidar tarafı görüyor, muhalefet henüz görmek istemiyor.

Tam burada, hem Erdoğan’ın temsil ettiği iktidar koalisyonu kanadı hem de CHP, işbirlikçi sermayenin ve NATO’nun beklentisi olan, yeni olası iktidar kombinasyonlarının önünü açabilecek farklı siyasal olanaklar, araçlar etrafında arayış halindeler. Yani, açık ya da örtük olarak, rejimin bir üçüncü döneminin olanaklı olup olmadığı tartışmaları yapılıyor.

AKP sanki “yumuşama” eğilimindeymiş gibi bir izlenim veriyor. Ancak kendi içinde henüz netleşebilmiş değil. AKP açısından en önemli kaygu yağmayla kazanılmış olanların kaybedilmemesidir. Burası onun zayıf karnıdır.

Koalisyonun daha çok MHP üzerinden kendisini ifade eden kanadınınsa, en büyük korkusu demokratikleşme, bu sayede artık uluslararasılaşmış Kürt sorununun Kürt siyasetine inisiyatif verilerek NATO ihtiyaçları doğrultusunda kullanılmasıdır. Bu kanadın sözcülerinin sık sık “turuncu devrim” paranoyalarını dışa vurmaları bu çerçevede yorumlanmalıdır.

Bu MHP kanadı, Erdoğan olmadan kendisini, görünürde de olsa, seçimli sistemde siyaseten halen olduğu kadar etkili bir biçimde ifade edemeyeceğini çok iyi biliyor. Yani Erdoğan’a ihtiyacı var. Erdoğan’ı bu koalisyondan kopmaması için sürekli olarak uyarıyorlar.

Nasıl Cemaat’le önceki koalisyonun bozulmasının bir takım ağır siyasal ve ekonomik sonuçları olmuşsa, şimdikinin olası bir çözülmesinin de önemli sonuçlar yaratacağını öngörmek kehanet olmaz.

Yani AKP rejimi ne 2010’daki ne de 2013’deki koşullar içinde yer alıyor. O yıllardaki manevra alanına sahip değil. Bunu görmek lazım. Tekrar olsun, 2016’dan beri yeni bir koalisyon var.

Bu arada, şunu da ihmal etmeyelim: Ne koalisyonun iki kanadının her biri kendi içinde yekpare bir bütündür, ne de CHP muhalefeti. İsterseniz şöyle de söyleyebiliriz : Düzenin iktidar bloğu(düzen söz konusu olunca buna muhalefeti de dahildir), bilindiği gibi, farklı çıkarlar, öncelikler ve dolayısıyla çelişkilerle kat edilmektedir.

Soru şudur: Erdoğan kanadı ya da ondan önce davranmak adına (mesela erken bir seçim önerisiyle) MHP tarafı bu koalisyonu şu sıralarda bozabilirler mi?

Erdoğan’ın sağlamcı olduğunu biliyoruz. Bunun için sağlam güvenceler isteyecektir. Yani MHP’nin yerine koyacağı alternatif korkularını telafi edebilecek güçte olmalıdır. MHP ise devletin güvenlik aygıtlarındaki etkisini kullanarak sonuna kadar direnecektir.

CHP, işbirlikçi büyük sermaye sınıfını ve ABD’yi kendisinin yapacaklarının teminatı olarak AKP’ye göstermek çabasındadır. Namık Tan’ın açıklamalarından bunu okumak mümkündür.

Bu tabloda, en zor durumda olan, MHP tarafıdır. Artık önceki soğuk savaş dönemindeki siyasal ve ideolojik rolleri oynamak mümkün değildir. Benzer bir işi muhtemelen 28 Şubatçı paşalar da yapmak istediler. Kendi koşullarını NATO’ya dayatmaya çalıştılar. NATO’ya karşı değillerdi. Ancak, Türkiye’nin güvenliği için bazı özel istekleri vardı. Ulusal egemen devlet yapısından feragate yanaşmıyorlardı. Kabul edilmedi. Sonuçta, tutarsız, tereddütlü hamleleri bir bumeranga dönüştü.

Bugün koalisyondaki NATO’dan vazgeçmeyi hiç düşünmeyen ” bekacı” kanat, Kürt sorunu adına laik Cumhuriyet’ten dahi vazgeçti. Bunu yaparken egemen ulusal bir devlet olarak kendi altını oymuş olduğunun farkında değil. Farkında olamamasının öznel bir nedeni, NATO’ya uyarlanmış faşizan milliyetçi bir siyasal-ideolojik gelenekten gelmeleridir.

Nesnel nedense, ülkenin içinde bulunduğu jeo-ekonomi-politik koşullar, bu koşullarla rejimleri ve rejimleriyle halk sınıfları arasındaki aykırılık, uyuşmazlıktır.

Bu arada, sürekli teyakkuz hali koşulları yaratılarak hiç bir ülke yönetilemez. Hiç bir iktidar sürdürülemez. Sonra, halksız beka da olmaz.

Sonuç olarak, bu iktidar için koalisyonu “gittiği yere kadar gider” anlayışıyla sürdürmenin tek yolu daha da otoriterleşmektir. Buna karşılık muhalefet de, herhalde, bir süre sonra elindeki erken seçim kozunu kullanmayı düşünecektir.