Daha önce de yazmıştım, 1946’da CHP yeniden, yeni bir parti olarak kurulma sürecini başlattı. Kendi sınıfsal dayanakları ve sınıfsal vizyonu bakımından doğrusunu da yaptı.
Elbette, sağlıklı bir siyasal parti konjonktürel gelişmelere kayıtsız kalamaz. Kalırsa, biter zaten. Konjonktür siyasetin nesnesidir.
CHP, 27 Mayıs’tan sonra bir süre merkez sağ partisi işlevi gördü. 27 Mayıs’tan sonra kurulan İnönü başkanlığındaki bütün darbe dönemi hükümetleri aslında Bayar ve Menderes’siz DP hükümetleri olarak görülmek gerekir. O dönem kabinelerinin kompozisyonu bu gerçeği net olarak sergiliyor.
Sonra merkez sağ parti olarak AP kurdurulunca, CHP “ortanın solu”na yerleşiyor. DP kapatılmış olsa da, bütün bu süreç boyunca, raydan çıkmamış olan haliyle, onun temsil ettiği siyasal anlayış önemli bir işlev görüyor.
Yani darbeden sonra onun siyasal çizgisine rağmen oluşturulmuş bir siyasal yapılanma söz konusu değildir. Tersine, darbeden hemen sonra kapitalist-emperyalist sisteme ekonomi-politik entegrasyon süreci İnönü hükümetleriyle tekrar rayına oturtulurken, yeni DP olarak, AP’nin de önü açılmıştır.
İnönü CHP’si hem 1946’da hem de 27 Mayıs’ın hemen sonrasında bu söz konusu entegrasyonun, ya da isterseniz, restorasyonun öncüsü ve mimarı olmuştu. DP’nin kurum ve kuralları hiçe sayan kontrolsüz popülist politikalarıyla aksayan düzen siyasal olarak yeniden yapılandırılmıştır.
Doğru, DP dönemi restorasyon dönemiydi. Ancak, 27 Mayıs dönemi de, sonradan maceracı bir mecraya sürüklenen DP devrinin, emperyalistlerin ve işbirlikçi sermaye sınıfının talebi olan bir takım ekonomi-politik tadilatlarla, CHP öncülüğünde restorasyonu olarak görülebilir. (Aşağı yukarı aynı sıralarda, benzer bir gelişme, tabii farklı toplumsal içeriğiyle, SSCB’de de yaşanmıştır. Hruşçov dönemi restorasyon dönemiydi. Savrulma eğilimleri gösterince, Brejnev-Suslov-Kosygin yönetimi süreci tekrar rayına oturttu. Türkiye Cumhuriyeti’ndeki siyasal gelişmeleri SSCB’deki siyasal gelişmelerle karşılaştırmalı olarak değerlendirmek bütün bir cumhuriyet dönemini kavramak açısından işlevseldir).
Dönem boyunca darbeyle birlikte kısmen elde edilmiş, kentli ve görece entelektüel düzeyi yüksek meslek sahibi orta katmanların talebi olan demokratik kazanımların fiilen işlemez hale getirilmesinin önkoşullarının hazırlandığı, programlandığı, asker ve sivil bürokrasinin de buna göre yeniden ve sağdan formatlandığı görülür.
27 Mayıs’tan sonra sağcılık devlet eliyle ivme kazanmış, sürekli sağ iktidarlar için gerekli ideolojik koşulların daha programatik, daha örgütlü bir biçimde işlemesi için önlemler alınmıştır.
Elde edilen nispi demokratik olanakların ve dünya genelindeki ilerici kabarmanın katkısıyla büyük kentlerde toplumsal bir tabana kavuşarak güçlenmeye başlayan sol dalganın önünü kesmek için önce İnönü “ortanın solu” şiarıyla devreye sokulmuş, bu misyonu yerine getiremeyeceği görülünce, bu kez genç Ecevit sahne almıştı.
Ecevit sol kültürden gelen, modern sol değerleri sahiplenmiş biri değildi. Sosyalist sol ve sol sosyal-demokratik dalga ve onların önünde set olma ihtiyacı “solcu” rolü oynamasını gerektiriyordu. Nitekim, bu dalga geri çekildiğinde, Ecevit gerçek siyasal kimliğiyle ortaya çıktı. O kadar öyle ki, artık o günkü CHP içinde bile barınması mümkün değildi.
Ecevit’in CHP’den kopuşunu “hizipçilik” gerekçesiyle izah etmek doğru değildir. Ecevit’in hamasi “anti-elitist”, içeriksiz “sol” popülist söylemi, 12 Eylül sonrasında işbirlikçi sermaye sınıfının talebi olan toplumu dinselleştirme programına kolayca uyarlandı.
CHP’ninse, kendisini yeni konjonktüre uyarlaması biraz zaman aldı. Baykal zemini hazırladı. Kılıçdaroğlu yapıyı yükseltti. Sonrasında hepsi onun “prensleri” olan kadrolar ondan bayrağı devir aldılar.
CHP’nin bugünkü misyonu, artık bu haliyle emperyalistlerin ve işbirlikçi sermaye sınıfının ihtiyaçlarına yanıt vermekte ayak sürüyen, çığırından çıkmış AKP’nin önünde sağdan bir set oluşturmak, iktidarı sürekli sağda tutmaktır.
İçeriği olmayan, altı, kararlı siyasal adımlarla uygulanacak politikalarla doldurulmamış, samimiyetsiz, kof bir sol hamasete abanan bilindik siyaset tarzıyla, rayından çıkmış AKP rejimine merkez sağcı bir ayar vermektir. Bunu da ancak, daha önce de olduğu gibi, CHP gibi bir parti yapabilir. Sermaye genellikle, askeri darbelerin olamadığı koşullarda, düzen için önemli sağ işleri “sol” a gördürür.
Bugünkü CHP yönetimin şaibeli olduğunu iddia ettiği Hatay seçimleri sonuçlarıyla ilgili itirazının, “Taksim’de 1 Mayıs” kararının arkasında duramaması, ve son olarak (kendisine 1 Mayıs’ta adım dahi attırmayan) Erdoğan’la ertesi gün siyaseten eli boş olarak kapalı kapılar ardında görüşmeye gitmesi ve sonrasında kendisini desteklemiş kitlelere görüşmeyle ilgili hiç bir açıklama yapmamış olması, CHP’nin sol iddiası bakımından “kalıbının partisi” olmadığını spektaküler olarak bir kez ilan etmiştir.
Bu arada şunu da tekrar belirteyim: 2.Dünya Savaşı sonrasındaki soğuk savaşın çözüme kavuşmasıyla birlikte Batı’da ve eski sosyalist dünyada, bir siyasal otoriterlik tarzı olarak popülizmin önünün açılmasıyla, genel olarak, eski siyaset erkanıyla kıyas dahi edilemeyecek kadar çapsız siyasal figürler sahne almıştır.
Türkiye gibi ülkelerde buna “kasabalılık” sosyolojisini de ilave etmek lazım. Menderes ve Bayar’dan beri iktidar ve muhalefetiyle düzen siyasetinin sahnesinde kasaba politikacıları yer alıyor. Siyasal değerlendirmeler yaparken bu etkeni de hiç ihmal etmeyelim.
Oysa, Tanzimat bürokrasisi, anayasal-monarşist İttihatçı liderler ve Cumhuriyetin kurucuları global kişiliklerdi.
Sosyal devrimlerle demokratikleştirilmemiş toplumlarda ancak “sandık demokrasisi” kurulabiliyor. Bugün en gelişmiş burjuva toplumlarına bakınız, oralardaki burjuva demokrasileri sosyal devrimlerden çıktılar. Salt siyasal, kültürel devrimlerle mehter yürüyüşü kaçınılmaz oluyor.
Sadede gelelim. Bu seçim sonuçlarıyla CHP, kendisine artık AKP-MHP’nin ayak sürüyerek uygulamakta zorlandığı AKP rejiminin yeniden rayına oturtulması görevinin verildiğini görmektedir. Zaten partinin fabrika ayarlarına döneceği hayaliyle oyalananları bir yana bırakacak olursak, onun Sözcü’sü olan medya da CHP’ye sürekli olarak bu misyonunu açık biçimlerde hatırlatmaktadır.
Ne dünyada ne de Türkiye’de, 60’larda, 70’lerde olduğu gibi, CHP’yi sola çekecek, bu son seçim sonuçlarını halk sınıflarının talepleri doğrultusunda soldan okutacak güçlü bir siyasal eğilim yoktur.
Bu koşullarda, CHP’nin (mümkünse) AKP’siz bir AKP rejimiyle uzlaşmasının bu kez açık olarak ilanına tanık olmaktayız.
AKP rejimi demokratik bir hamasetle inşa edildi. Şimdi CHP benzer bir hamasetle aynı rejimin restorasyonuna soyunmuştur.