Tarihsel dönemler ve olaylar arasında doğrudan benzerlikler kurmak her zaman yanlıştır. Ancak, bugünden bakarak belli bir dönemi ve belli olayları kendi koşulları içinde değerlendirerek, günümüz için taşıdıkları anlam üzerinde düşünmek, tartışmak doğrudur.
Kapitalizmin ilk büyük bunalımını yaşadığı 19.yüzyılın son çeyreğinden itibaren kapitalist ülkeler ve onların vasalları arasındaki gerilimlerin şiddetlendiğini, yer yer lokal vekalet savaşlarına, hükümet darbelerine, siyasal devrimlere, ekonomik engellemelere, o zaman anarşistlerin başlıca vurucu gücünü oluşturdukları uluslararası terör, suikast olaylarına yol açtığını, bunların da özellikle “büyük” Avrupa coğrafyasında yaygınlaştığını görürüz. Birinci Dünya Savaşı yaklaşırken bu tür gerilimlerin, olayların ivme kazanmış olduğu açıktır.
Bütün bu olay ve olgular güç mücadelesi içindeki rakip devletlerle bağlantılıdır kuşkusuz. Ancak elbette buradan hareketle bu güçlerin bir film senaryosu yazar gibi, olayları, oyuncuları, rolleri belirledikleri, “motor” komutu vererek aynen sahneledikleri sonucu çıkartılmamalıdır. Reel hayatın, koşulların, tabii karşılıklı mücadelenin engellemeleri, kısıtlamaları, rayından çıkarmaları söz konusudur. Kontrol dışı kalmalar, özerk hareket alanları her zaman dikkate alınmalıdır.
Uluslararası terör örgütlerinin uluslararası kabul edilmelerinin nedeni, bunların güç mücadelesi içindeki devletlerle olan varoluşsal bağlantılarıdır. Her zaman kontrol altında tutulamasalar bile güç mücadelesinin belli evrelerinde bu mücadele içindeki güçler bakımından vazgeçilemez işlevsellikleri olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
Bu modern terörün yaratıcısı ve sahadaki yönlendiricisi emperyalizmdir. Son yetmiş küsur yıllık zaman içinde NATO’nun yadsınamaz bir mücadele yöntemidir.
ABD’nin başını çektiği emperyalist güçler, doğrudan bir savaşı göze alamadıkları koşullarda, vekalet savaşlarını ve uluslararası terör aracını devreye sokuyorlar. Bunlar biliniyor.
Halen “büyük” Ortadoğu’da ve Ukrayna’da emperyalizm adına vekalet savaşları sürüyor. Bu savaşlarda, genellikle olduğu gibi, terörist örgütler de kullanılıyor. Bir kere, ABD kendi aleyhine çalışan hiç bir terör örgütünü yaşatmıyor. Bugün uluslararası sahada kararlı bir şekilde (zaman zaman tabelasını değiştirerek de olsa) etkinlik gösteren bir terör grubu varsa, onun şu ya da bu dolayımlarla ABD’nin himayesinde olduğunu hiç tereddüt etmeden belirtmek gerekir. Bu gerçeğin altını kararlılıkla çizmek gerekiyor.
Şunu da ilave edeyim, bugün ne Rusya ne de Çin bu uluslararası terör örgütlerini kullanabilme kapasitesine sahiptir. Rusya’daki gibi büyük çapta terör olaylarını yaratmaları bugün için olanaklı görünmüyor. Hatta bu iki ülkenin söz konusu terör örgütleriyle mücadele edebilmesi de güçtür. Tabii bunda Suriye ve Ukrayna’da yapılmış olan ihmallerin, hataların da önemli bir rolü vardır.
ABD , vaktiyle Britanya, hiç bir zaman sıfırdan terör örgütleri kurmadılar. Kurmazlar. Birtakım politik ideolojiler ve idealler etrafında, birtakım marjinal gruplar tarafından oluşturulmuş yapılara nüfuz ederek onları içlerinden yönlendirirler. Örneğin Müslüman Kardeşler örgütü, İslami idealler etrafında küçük bir grup idealist İslamcı tarafından kurulmuş, Osmanlı hilafet devletinin yıkıldığı, işbirliği halindeki anti-emperyalist Sovyet ve Kemalist güçlerin Ortadoğu’da emperyalizmin çıkarlarını tehdit ettiği koşullarda, emperyalist siyaset adına ideolojik ve siyasal olarak yönlendirilmişti.
Rusya’daki terör saldırısını doğrudan IŞİD ve/veya en az son on yıldan beri egemen bir devlet olarak varlığından söz edilmesi olanaklı olmayan Ukrayna devletinden hareketle izah etmeye çalışmak doğru olmaz. Elbette onların rollerini yadsıyamayız. Ancak, ikisi de emperyalistlerin Rusya’ya karşı vekalet savaşlarında kullandıkları araçlar olarak görülmek gerekir. Kendi başlarına böyle bir olayı planlayıp, uygulayamazlar.
Dikkat ediniz, bu tür terör saldırılarına vekalet savaşlarının yapıldığı, düşman ilan edilmiş Rusya ve Çin’in etkin oldukları coğrafyalarda daha çok rastlıyoruz. İran, Rusya, Irak, Afganistan, Libya, Nijerya, Nijer, Mali, Çad, Sudan vb. Bu terör saldırılarının temel gayesi, siyasal ve ekonomik istikrarsızlıklar yaratarak, rakip ya da düşman görülen güçleri zayıflatmaktır. Bir de tabii, raydan çıktığı düşünülen vasallara tekrar bir ayar vermektir.
Mesela, bu tür bir ayar vermeye, Merkel ve Hollande ikilisinin Minsk’te, ABD’nin itirazlarına rağmen kurulan barış görüşmeleri çerçevesinde Putin’i ziyaret etmeye hazırlandıkları bir sırada Paris’te patlayan Charlie Hebdo saldırıları örnektir. Malum, Merkel ve Hollande kendilerine verilen ayarla hizaya sokulmuşlardı.
Bugün Ukrayna’da binlerce NATO askeri ya da “uzman”ı bulunduğu sır değil. ABD ve İngiltere Ukrayna’daki cepheyi takviye ederek genişletmek istiyorlar. Bunu da saklamıyorlar. NATO çerçevesinde politik vasallar haline getirilmiş müttefiklerin bu savaşta daha etkin bir şekilde yer almaları için ikna edilmeye çalışıldığına tanık oluyoruz.
Hep söylüyorum, ABD’nin zamanı yok. Hızlı hareket etmek zorunda. Bugün orada egemen olan güçler, her geçen günün hegemonyanın sürdürülebilirliği açısından aleyhlerine işlediğini görüyorlar. O kadar öyle ki, içeride Trump’ın temsil ettiği sermaye güçlerinin, oligarşilerin giderek yoksullaşan, eski toplumsal-ekonomik konumlarını giderek yitiren geniş halk sınıflarının desteğini alarak ülkenin kontrolünü ele geçirebileceğini dahi öngörebiliyor. Trump engellenmek isteniyor. İkna edilemediği görülüyor. Söz konusu güçler halen NATO’yu geri dönülmesi zor bir yere doğru iterek bir momentum yaratmaya çalışıyorlar.
Konu açılmışken, medyamızdaki bazı “anti-emperyalist”, “demokrat” figürlerin ABD’deki seçimler söz konusu edildiğinde, Biden lehine, Trump aleyine, yani ABD’deki ve genel olarak Batı dünyasındaki “aydınlanmış” çevrelerle birlikte hareket ettiklerini, onlar gibi düşündüklerini görüyoruz. Şaşırmıyorum tabii. Emperyalizm, emperyalist siyaset, ABD ve Nato’nun uluslararası müdahaleleri gibi konularla ilgilenmeyen, daha çok yaşam tarzlarının savunulmasına odaklanan iç politik kaygulardan hareketle değerlendirmeler yapan Amerikalı liberallerin siyasal konum ve davranışlarını sahiplenmenin, özellikle bizim gibi emperyalist siyasetin mağduru olan halklar açısından bakıldığında, ahmakça olduğunu vurgulamakla yetiniyorum.
Ukrayna’daki savaşa ivme kazandırmak bakımından Rusya’nın her açıdan, moral olarak da, zayıflatılması, fevri davranmaya teşvik edilerek hatalar yapması arzulanıyor. Bu arada, Rusya’nın ve Çin’in yanlışlarından, hesap hatalarından önceki yazılarda söz etmiştim. Yinelemek istemiyorum.
Vurgulanması gereken bir başka nokta da şudur: En son Rusya seçimlerinde de gördük. Artık bu kapışmaya doğrudan taraf olan ülkelerde “şaibesiz” bir seçim beklemeyelim. Türkiye’de de, kendisine NATO’nun lojistik destek üssü işlevinin yüklenmiş olduğu koşullarda, “şaibesiz” seçimler yapılamıyor. Yapılamayacağı da öngörülmelidir. Nitekim, Mayıs ayındaki başkanlık seçimi AKP rejimi için gerçekte kaybedilmiş seçimdi. Ancak, belediye seçimlerinde bu vak’anın tekrar edeceğini sanmıyorum. Çünkü bu seçimler (en azından) kısa erimde rejimin geleceği açısından belirleyici olmayacak gibi görünüyor. Bunu daha çok Meclis muhalefitinin siyasal tavrından hareketle söylüyorum.
Emperyalistler açısından, Rusya ve Çin açısından da bugün için Erdoğan’la devam etmek eğiliminin güçlü olduğu görülüyor. AKP rejiminin uluslararası alanda hareket alanının daralmayacağı, tersine, koridor ihtiyacı bakımından genişleyebileceği dahi öngörülebilir. Yönetimin iç yapısında birtakım tadilatlarla, ama sürekli otoriterleşerek, yeni ihtiyaçlara yanıt verebilir. Bunu daha önce de bir çok kez yapmıştı.
Erdoğan rejimi seçimde yapamadığını, ihtiyaç duyulduğunda, hali hazırda oluşmuş olan, seçimlerden sonra daha da pekiştirilecek “anayasal” ya da başka bir ifadeyle “hukuksal” araçları kullanarak çok daha etkili şekilde yapabilir.
Bu arada, ABD’deki başkanlık seçimleri sürecini dikkatle izlemek gerekir. Orada da sağlıklı bir seçimin gerçekleşmeyeceğini öngörmek meşrudur. Zaten ABD’nin seçim sistemi, “ön seçiçiler kurulu” nun varlığı dolayısıyla müdahaleye açıktır. Bunu ihmal etmeyelim. Daha önceki, mesela, Bush ve Al Gore arasındaki seçimi hatırlayalım. Birden’ın kazandığı seçimi de gerçekte Trump’ın kazanmış olduğu iddialarını da ciddiye alalım.
Son olarak, hem dünyadaki hem de ülkemizdeki giderek ısınan gelişmeler karşısında, dağınıklığa son vermek için küçük hesapları bir yana bırakıp, sol devrimci bir odak oluşturmak için vakit kaybetmeden harekete geçmek elzemdir. Ülkenin ve bölgenin devrimci sosyalist bir platforma ihtiyacı var. CHP’nin, DEM’in peşine takılmak bizi buralara kadar getirdi. Buradan çıkmamız lazım.