Yerel seçimler öncesi toplumdaki havaya bakıldığında, seçimlerden sonra ülkedeki mevcut siyasal halin anlamlı ölçüde değişmeden süreceği öngörülebiliyor.
Daha önce bir çok kez söylemiştim. İktidar ve muhalefetiyle, AKP rejimi eski dünya düzeninin çöküşünden sonra Anglo-Amerikan hegemonyasının sönümlenme sürecinin ivme kazanmış olduğu koşullarda, ABD’nin bu iniş halini rakipsiz bir dünya egemenliği kurarak yükselme yönüne çevirmeyi planladığı sıralarda, süreç içinde oluşturuldu.
ABD’nin bu hevesini gerçekleştiremeyeceği sahada teyit edildi. İlk kez 1. Napolyon döneminin kapanmasından sonra ortaya çıkan Britanya (daha sonra ABD) ve Rusya’nın esas tarafları oluşturdukları “sürekli” soğuk savaşın (her farklı evresinde olduğu gibi, farklı görünümleriyle) tekrar alevlenmesi, başka bir ifadeyle, yeni uluslararası dengelerin yeni bir dünya düzeni için arayışları zorlaması, bu sürecin çeşitli bölgesel savaşlar, ekonomik yaptırımlar, finansal globalleşme görünümlerinde dal budak salarak devam etmesi, AKP rejiminin dayanıklılığının zeminini hazırladı.
Söz konusu rejim bu dengeler arasında salınarak, ama hiç bir şekilde içinde yer aldığı emperyalist bağlamdan kopmadan, tersine, 19.yüzyıldan beri (kısa sayılabilecek ara dönemler dışında) hep yapılmış olduğu gibi, aynı bağlam içinde kendisi için biçilmiş tampon ve/veya koridor rollerini hakkını vererek oynamaya devam etti. Etmeyi sürdürüyor.
Benzer bir durum 2.Abdülmamid’in 33 yıl sürmüş istibdat rejimi için de geçerliydi. Bu kez “Küçük Napolyon” devrinin kapanmasıyla, Fransa’nın Britanya’nın hegemonyasını kabullendiği, Almanya’nın emperyal hevesleri bakımından cesaretlendiği, Rusya ve Britanya arasındaki soğuk savaşın yeni bir evresine ulaştığı koşullarda, 2.Hamit rejimi bu dengeler arasında salınabileceği siyasal manevra alanına kavuşmuştu. Tabii, Britanya’nın belirlediği çerçevenin dışına çıkmadan, onun talebi olan Rusya önünde tampon işlevini aksatmadan…
Hatta Osmanlı’nın daha Kırım Savaşı’ndan önce bu tampon işlevini benimsemiş olduğunu biliyoruz. 19.yüzyıldan beri sık sık Rusya ile yapılan savaşları, Britanya adına vekalet savaşları olarak görmek de mümkündür.
Günümüze gelirsek, bu seçimlerden sonra da bu rejim muhtemelen sona ermeyecektir.
CHP adaylarının önceki seçimlerde olduğu gibi, kahir ekseriyeti tarihsel olarak ülkenin batısında ve kuzey batısında konumlanmış (reel) büyük kentleri kazanmaması beklenmiyor.
Sadece İstanbul’un ilçelerininin neredeyse tamamı, özellikle de, CHP’nin kontrolünde olanlar, Anadolu’da AKP-MHP ittifakının elinde olan illerin neredeyse tamamından reel olarak daha büyük.
Türkiye’de siyasal olarak bir şey kurmak istiyorsanız, tarihsel olarak, batıya ve kuzey-batıya hakim olmanız gerekir. Türkiye’nin diğer bölgeleriyle yıkabilirsiniz, ama kuramazsınız.
Osmanlı devrinde de böyleydi. Cumhuriyet devrinde de bu gerçek değişmedi. Osmanlı’nın ortaya çıkması, yükselmesi kendisini batıda sağlama almasıyla olanaklı olmuştu. Cumhuriyeti yükselten Kurtuluş Savaşı da esas olarak bir Batı Cephesi operasyonuydu. Batıda, şu ya da bu derecede, Batı kültürüyle yetişmiş kadroların öncülüğünde gerçekleşti.
Coğrafyamızda tarihsel olarak, kurucu, devrimci siyasal iradeler batıdan çıktı. Sonradan kendisi için yıkıcı bir şekilde araçsallaştırılacak iç bölgelerin “milli iradesi” ni de bu devrimci irade yaratmıştı.
“Milli irade” ile siyasal olarak yıkarsınız, karşı-devrim yaparsınız, ama kuramazsınız. Kurmak için devrimci irade lazımdır. O da sağın hakim olduğu iç bölgelerden çıkmaz.
Bugün Türkiye’deki siyasal açmaz, toplumsal-siyasal dinamizmin, içleri kontrol eden gerici “milli irade” ye dayanan iktidar ile reel kentlere egemen sözde ilerici, devrimci iradenin (düzen adına) siyasal vesayetçisi rolünü üstlenmiş düzen muhalefeti arasında sıkışmış olmasıdır. İkinci durum, yani bu sözde vesayet ortadan kaldırılmadan, birincisi alt edilemez.
Aksi halde, bu mevcut siyasal durum halk kitlelerine verdiği azabı arttırarak derinleşmeye devam edecektir. Yani, yolsuzluk, arsızlık, hukuksuzluk, yağma, şiddet, çürüme derinleşerek sürecektir.
Sözde ilerici vesayetçilerin bu gidişatı değiştirmek gibi bir dertleri yok. Farklı bir programları yok. Tek istedikleri iktidar konumlarına, aynı şeyleri farklı şekillerde yapmak gayesiyle, kendilerinin yerleşmesidir. Yani AKP rejimini kendi liderliklerinde sürdürmektir.
Tıpkı iktidardakiler gibi, onlar da meşruiyet iddialarını “konu mankeni” derekesine indirgenmiş seçmenler üzerinden bu “sandık demokrasisi” ne dayandırıyorlar. Bu çerçevede, ülkenin en dinamik toplumsal kesimlerine dolap beygiri işlevi yüklüyorlar.
AKP-MHP iktidarı seçimlerden sonra da hukuk ihlallerini sürdürecek, anayasal hakları tekrar daraltacak. Daralttığıyla da yetinmeyecek, verdiği kadarını da uygulamayacak. Kayyumlar atamayı (hatta ülkenin batısındaki büyük kentlere dahi) sürdürecek. İçini kendi adamlarıyla doldurduğu Anayasa Mahkemesi’ni fiilen işlevsizleştirecek. Yani bilindik etkinliklerine ara vermeyecektir.
Ele güne karşı anayasal meşruiyeti için gerekli görerek koyduğu yeni kuralları, daha önce de defalarca yaptığı gibi, bir süre sonra ayakbağı olarak görecek, mutlakiyetçi bir anlayışla, işbirlikçi sermaye sınıfı adına ve lehine oluşturduğu bu siyasal döngünün sürmesi için gayret sarf edecektir. Bunları hepimiz biliyoruz.
Tabii ülkenin içinde yer aldığı uluslararası bağlam da bütün bu iç gelişmelere çanak tutmaya devam edecek gibi görünüyor.
Ukrayna’daki savaş yeniden ivme kazanacak, savaş alanının başka bölge ülkelerini de, şu ya da bu ölçüde, içine alacak surette genişlemesi teşvik edilecektir.
Ortadoğu’da, ABD, Suriye ve Irak’taki askerlerini geri çekmek istiyor. Trump’ın bu konudaki tavrı belli. Biden da böyle bir düşüncelerinin olduğunu bu yakınlarda söylemişti.
Bu bağlamda, hem Karadeniz’de hem Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye farklı roller verilmek istenebilir. Bu taleplere verilecek yanıtlar iç siyasetin seyrini etkileyebilir. Özellikle de AKP-MHP koalisyonunun sürmesini güçleştirebilir. En azından, bu koalisyonda bazı zorunlu tadilatlar yapılmasını gerektirebilir.
Özcesi, bugünkü yönetim seçimleri kazansa da kaybetse de, demokrasi, siyasal haklar, “hukuk devleti” konularındaki hareket şekli değişmeyecek, tersine, mutlakiyetçi bir anlayışla ivme kazanacaktır. Bunları kolayca tahmin edebiliyoruz.
Gelgelelim, bütün bu öngörülerimize rağmen devrimci siyasetler olarak işbirliği yapmakta müşküllerimiz var. Yerel seçimler fırsat olarak görülüyordu. Ancak, beklenen işbirliği en azından bazı yerelliklerde sağlanamadı.
Bütün halkı örgütleyemesiniz, böyle bir çaba anlamsızdır, ama bu tür işbirlikleriyle geniş kitlelerin siyasal iradesini birleştirebilirsiniz. Bu ikincisi çok daha pratik ve emin bir yol değil mi?