Yazdığı ve söylediğiyle hiç bir zaman ilgilenmediğim mebzul miktardaki köşe yazarlarından birisinin yazısı ya da sözleriyle Şeyh Sait ayaklanması etrafında başlatılan tartışma, ülkemiz burjuva siyasetine hakim olan oportünizmi, eyyamcılığı bir kez daha gözler önüne sermesi itibarıyla işlevsel olmuştur.
Benzer bir tartışma epey bir zaman önce Alevi feodal önder Seyyit Rıza olayı bağlamında da yapılmıştı.
Daha önce de yazmıştım, bu iki önderin Türk kemalist burjuva demokratik devrimi karşısındaki tarihsel-siyasal konumları gericiydi. Her ikisi de mutlak monarşiye, feodalizme doğru, yani tarihsel olarak geriye doğru irticai hareketlerin siyasal temsilcileriydi.
Şeyh Sait hareketi de bugünkü hakim Kürt siyaseti gibi anti-emperyalist değil, tersine emperyalist devletlere dayanarak emellerini gerçekleştirmek düşüncesindeydi. Bunun altını özellikle çizmek gerekir.
Kemalist hareketin demokratik içeriğinin sınırlı olduğunu, özellikle Kürt ulusal sorunu konusunda aksadığını biliyoruz. Ona karşı çıkan, gündem olmaları nedeniyle, Seyit Rıza ve Şeyh Sait hareketlerinin, ulusal demokratik, laik cumhuriyetçi bir içeriklerinin bulunmadığı da açıktır. Dahası, her iki harekete de, tarihsel-siyasal manada, ulusal bir karakter atfedilemez.
Sait liderliğindeki ayaklanmaya İstanbul’daki Kürt Teali Cemiyeti’nin destek vermiş olmasından hareket edilerek bu ayaklanmaya ulusallık atfedilemez. Kaldı ki, ulusallık söz konusu olsa bile onun siyasal içeriğine bakılmadan, ilericilik atfedilemez. Her ulusal kurtuluş hareketi ilerici değildir.
Eğer kemalistlerin demokratik devrimi karşısında, o devrimin tutarsızlıklarına, eksikliklerine ve bu çerçevede uyguladığı baskılara karşı demokratik ulusalcı, laik cumhuriyetçi, veyahut sosyalist devrimci kalkışmalar söz konusu olsaydı, elbette ilerici direnişlerden söz edebilirdik. Bu kalkışmalara saygı duyar, savunurduk. Nitekim, kemalist rejim karşısındaki, cılız da olsa, sosyalist direnişi sahiplenmek her sosyalisten beklenen bir siyasal davranıştır.
Şimdi, bu gerici kalkışmalar karşısında burjuva devrimci kemalist yönetimin vermiş olduğu tepki, bu tepkinin dışa vurulduğu orantısız şiddet tartışılabilir. Ancak bu farklı bir tartışmanın konusudur.
Tekrar olsun, Şeyh Sait hareketi, tıpkı Seyit Rıza hareketi gibi feodalizme, mutlak monarşiye doğru gerilemeyi temsil ettiği için gerici bir kalkışmaydı. Her ikisinin de anti-emperyalist bir boyutu yoktu. Tam tersine, şu ya da bu derecede anti-emperyalist burjuva devrimci Türkiye’ye karşı emperyalist siyasetle aynı frekansta yer almaktaydılar.
Bu tartışmalar çerçevesinde çıkıp, “efendim acıları deşmeyelim, bu konuyu tarihçilere bırakalım” demek tam bir sahtekarlıktır. Eyyamcılıktır. Bir kere, tarih yorumu, tarih yazımı siyasal ve ideolojik bir pratiktir. İkisini ayrıymış, bağdaşmazmış gibi sunmak siyaseten oportunizmdir. “Konuyu siyasallaştırmayalım, tarihçilere bırakalım” mealindeki kıvraklık, tarih bilimi ve yöntemi açısından, “utangaç” revizyonizmdir.
Dediğim gibi, bu ayaklanmaları bastırmakta kullanılan yöntem ve araçlar başka bir tartışmanın konusu olabilir. Cumhuriyet yönetimin abartılı, sorumsuz (Seyyit Rıza olayı söz konusu olduğunda yer yer vahşice) bastırma yöntemleri kabul edilemez. Gelgelim, erken evrelerinde devrimci yönetimler bu tür terör refleksleri gösterebiliyorlar. Fransız Devrimi’inin erken evresindeki dinci Katolik Vendee Ayaklanması’nı düşünün…
Ancak sözünü ettiğim orantısız şiddet, ya da izlenen bastırma yöntem ve araçları dolayısıyla demokratik, cumhuriyetçi burjuva kemalist hareket tarihsel olarak haksız çıkarılamaz. Bir devrimci sosyalist hiç bir şekilde, hiç bir gerekçeyle, bu söz konusu gerici ayaklanmaların, o günkü devrimci koşullarda, folklorik olarak dahi, ilerici olduklarını iddia edemez. Asıl şovenizmi böyle bir iddiada aramak gerekir.
Öte yandan, burjuva Kürt siyaseti bugün bu iki kalkışmayı ilericiymiş gibi sunarak, aslında burjuva demokratik siyasal vizyonun dahi gerisine düştüğünü ilan ediyor. Bunun nedenlerii öncelikle onların siyasal olarak anti-emperyalist bir konuma sahip olmamalarında aranmalıdır.
Kürt burjuva milliyetçi siyaseti, tıpkı siyonist milliyetçi siyaset gibi, emperyalizme bel bağlamıştır. Geçmişte de durum farklı değildi. Osmanlı’nın son döneminde, gerici otokratik Rusya ve Britanya emperyalizmi arasında, duruma göre, konum alıyorlardı. Ya biriyle ya da ötekisiyle…
Arkaik feodal siyasal kültürün ağırlığı altında, tarihsel olarak ilerici damarı hayli zayıf kalmış olan ulusalcı Kürt siyaseti emperyalizme dayandıkça gericileşiyor. Bölge halklarını ve dünya ilerici halk hareketlerini karşısına alıyor. Tıpkı siyonist ulusalcı hareketin yaptığı gibi, kendisini kaçınılmaz olarak emperyalist çıkarlara hizmet eden, “reel politik”, ya da isterseniz, “makyavelist” tabir edilen anlayışa uyarlayarak izole ediyor. Yine tıpkı siyonist hareket gibi, böyle bir kirli ilişki içinde olduğu halde, bir süre sonra, hatta şimdiden, bütün ilerici hareketleri kendi hedefleri önünde engel, “düşman” güçler gibi görecektir.
Demokratik ulusal talepleri olduğunu iddia eden bir hareketin başarı için emperyalizme bel bağlaması, kuzunun kendisini kurta teslim etmesi anlamına gelir. Sen ulusal-devlet kurmak iddiasındasın, oysa emperyalizm kendisini ulusal devletleri yıkarak, yutarak sürdürür.
Kimsenin kuşkusu olmasın, emperyalizm artık kendi çıkarları önünde bir engel olarak gördüğünde, veyahut kendisi için faturası pahalıya çıktığında, siyonist İsrail devletini de gözden çıkartacaktır. Unutmayalım, siyonizm yahudi halkının siyaseti değildir, zaten siyaseten bir Yahudi buluşu da değildir. Yahudilere dayatılmış emperyalist siyasettir. Netanyahu Yahudi olduğu için saldırmıyor; emperyalist siyonizmin maşası olduğu için saldırıyor. Sadece Araplara değil, Yahudilere de saldırıyor.
Bugünkü başat Kürt ulusalcı siyaseti bölgede siyasal-işlevsel olarak siyonistleşme hevesleri taşıyor. Çok yanlış yapıyor.