Evet, Hamas 1987’de siyasal islamcı bir anlayışla kurulmuştu. 1993’te, ilerici, demokratik ama teslim alınmış FKÖ’nün karşısına çıkmış, emperyalist “böl-yönet” anlayışına uyar biçimde siyonist-terörist İsrail devleti, emperyalistler ve onların bölgedeki uyduları tarafından zaman zaman da şu ya da bu ölçüde, teşvik görmüştü. Ancak ona bir “beşinci kol” muamelesi yapmak doğru değildir. Onun gayesi de İsrail’e direnmek, onunla savaşmaktı. Bugün Filistin halkının savaşımında Hamas gerçeğini görmemek, gerçeklikten kopmak anlamına gelir.
Kaldı ki, bu son eylem tek başına Hamas’ın eylemi değil. Oradaki çok sayıda örgütün ortak, birleşik eylemidir. Hamas bunlar arasında en büyük ve lider olandır.
Emperyalizme ve siyonizme karşı çıkan, onunla mücadele eden herkesin anti-emperyalist, anti-siyonist bir siyasal bilince sahip olmasını arzularız ama her durumda bekleyemeyiz. Böyle durumlarda, emperyalist-siyonizmle bizim arzuladığımız, ya da ideal gördüğümüz siyasal bilince sahip olmadıkları için bu emperyalist-siyonistlerle mücadele eden insanların mücadelesine kayıtsız mı kalacağız, onları ret mi edeceğiz?
Hayır, proletarya devrimcileri olarak hem o mücadeleye en samimi desteğimizi vereceğiz, hem de bu mücadelede siyasal önderliği elde etmek için çalışacağız. Doğru yaklaşım budur.
Bu mücadele işçi sınıfı siyasetinin isterleri doğrultusunda (ki bizim için doğrusu budur), veyahut, onun bulunmadığı yerde, başka bir siyasal anlayışla, diyelim İslamcı siyasal anlayışla veriliyor olabilir. Tabii bu ikincisinin tutarlı bir hat boyunca ilerletilmesinin olanaklı olmadığını biliyoruz. Ancak, emperyalist düşmana karşı bir kavga veriliyorsa, bu kavgayı desteklemek devrimci görevimizdir. Bu kavgayı verenlerin siyasal eğilimleri konusunda rezervlerimizi koyarız, ama bu farklı bir konudur. Ortada bir kavga varsa, ona sırtımızı dönemeyiz.
20’lerin TKP’si Kemalistlerin haince saldırısına maruz kaldığı koşullarda bile onların önderliğindeki kurtuluş mücadelesine desteğini kararlılıkla sürdürmüştü.
FKÖ, 1993’te teslim alındıktan sonra Filistin halkları en önemli siyasal önderliğini, en önemli direniş organizasyonunu yitirdi. O günden bugüne ivedilikle giderilmesi gereken bir ihtiyaç var: İsrail karşısında Filistin halklarını temsil yeteneğine sahip, siyasal kararlığı ve savaşçı nitelikleri yüksek, birleşik, demokratik bir önderlik.
Hamas, imzalamış olduğu uluslararası antlaşmaların gereklerini yerine getirmeyen, İsrail’in terörizmine, terör saldırılarına yıllardır direniyor. Bunu yaparken, farkında olsun olmasın, FKÖ’den sonra söz konusu boşluğu gidermek gibi bir işlev de görüyor. Önderlik, masa başlarında kurgulanmaz; kavganın içinden, kavga edilen arenalardan çıkar. Hamas’ın ve bileşenlerinin bu meşru kavgaları, yiğitçe savaşımları sözünü ettiğim, bütün Filistin’i kapsayan bir önderliğin oluşturulmasında işlevsel olabilir. Dahası, bölgenin gerici, arkaik rejimlerinde anti-emperyalist demokratik bilincin, direniş kültürünün oluşmasına ya da canlanmasına katkı yapabilir.
Bu olayın neden şimdi, aniden patlak verdiği sorgulanıyor. Bunu sorgulayanlar hangi dünyada yaşıyorlar? Filistin halklarının kavgası 75 yıldır sürüyor. Filistin’in genelinde yetmiş beş yıldır neredeyse gerilimsiz geçen bir gün yok. Bu tür kavgalarda zaman zaman geri çekilmeler ve bazen ileri atılmalar hep olur. Yukarıdaki sorunun solcular tarafından da soruluyor olması, onun şu son 25-30 yıldaki savrulmasıyla da ilgilidir tabii.
Hamas önderliğini eleştirebiliriz. Onun siyasal çizgisini tasvip etmeyiz. Tamam. Ancak emperyalizmin maşası, siyonist, terörist bir devlete karşı Filistin halkları adına verilen bir direnişin karalanmasını kabul edemeyiz. Hamas’ın direnişinin “terörist bir saldırı” olarak sunulmasını, hele bu bir de sol adına yapılıyorsa, şiddetle reddederiz. İddia sahiplerinin solculuğunu sorgularız.
Ne yazık ki, bu malum “liberal virüs” epey bir zamandır sola da sirayet etmiş halde. Bundan kurtulmak zarurettir.
Daha önceki bir çok yazımda belirtmiştim. Yeni bir dünya savaşını doğuracak ortam giderek genişleyen bir ölçekte ve artan bir tempoyla oluşturuluyor. Orta Doğu zaten önceki iki savaşta da, asıl savaş alanıyla bitişen önemli bir stratejik yan-cepheydi. Gelecekte gerçekleşecek bir kapışmada da bu konumu değişmeyecek.
Bölgedeki güçlerin ittifak arayışları içinde olması, yeni ittifak girişimleri karşısında yeni konumlar almaya çalışmaları doğaldır. Bölgede bütün olup biten olayların bu tür arayışlardan, girişimlerden ayrı düşünülmemesi gerekir. Karşılıklı hamleler kaçınılmazdır. Bu ilk kez de olmuyor.
Bununla birlikte bölge, artık özellikle son 20 yıldan beri emperyalistlerce arttırılan basıncı daha fazla kaldıramayacağının işaretlerini veriyor. Hamas’ın başını çektiği eylem bu açıdan da okunabilir.
Mesela, diğer şeylerin hepsini bir yana bırakalım, son on, on beş yıldan beri emperyalist müdahalelerle hız kazanan bölgedeki, etrafımızdaki, içimizdeki şu demografik hareketlenmeyi nasıl izah edeceğiz?
Provokasyon, Hamas ve bileşenlerinin başını çektikleri meşru, kahramanca direniş eylemi değil, İsrail’in, emperyalist- siyonizmin gericileşmesine en büyük katkıyı yaptığı, bütün bölgeyi hedef almış saldırgan varlığıdır. Sorun Hamas değil, sorun İsrail’in Filistin topraklarını işgal ederek, sömürgeleştirmiş olmasıdır. Bu sömürgeci anlayışında, işgalde sınır tanımamasıdır.
Yok efendim, Hamas’ın bu eylemi Netanyahu’yu güçlendirecekmiş. Güçlendirsin, ne yapalım? Ha Netanyahu, ha başka bir siyonist, bu kavga 75 yıldır sürüyor. Hem Netanyahu söz konusu olduğunda bakarsınız tersi bir sonucu da olabilir. Hamas’ı bu eylemi üzerinden provokatörlükle suçlamak ayıptır. İsrail ile barış yapılamayacağını 1993 sonrasındaki süreçte görmedik mi?
Son olarak, Türkiye’de ne yazık ki kimi ilericilerin de ağzında pelesenk haline gelmiş, gerici bir söyleme değinmek istiyorum. “Efendim, bu Araplar bizi, yani Osmanlıyı arkadan vuran hainlerdi”. Bu talihsiz ezberi, demokratik bir ulusal kurtuluş savaşı vermiş, bu savaş sonucunda gerici Osmanlı devletini sona erdirmiş bir ulusal cumhuriyetin bir çoğu ilerici olduklarını söyleyen insanları dile getiriyorlar.
Osmanlı İmparatorluğu kendi meşrebinde feodal kolonyal yapıda bir devletti. Bir çok farklı halkın yaşadığı dinsel bir anlayışla dizayn edilmiş siyasal-toplumsal cendereydi. Buradaki halkların bu cendereden kurtulmak için mücadele etmiş olmalarını, devrimciler ancak takdir ederler.
Bu süreçte bu direniş hareketlerinin şu ya da bu devletle ittifak arayışları, hesapları içinde olması anlaşılır bir şeydir. Kaldı ki, Osmanlı devleti de o sıralar belli emperyalist güçlerin yarı-sömürgesi ve müttefikiydi.
Nitekim, Türkiye halkı da benzer bir mücadele verdi. Osmanlı devletini tasfiye ederek ulusal kurtuluşunu gerçekleştirdi.
Bir de geçerken şunu söyliyeyim: Deniliyor ki, Kemal Atatürk devrinden Tayyip Erdoğan devrine gelinceye kadar biz hiç “Orta Doğu bataklığı” na dahil olmadık. Bunu söyleyenler tarih bilmiyorlar, veyahut tarihsel gerçekleri çarpıtmak istiyorlar. TC devleti kurulduğu tarihten beri hiç bir zaman kendisinin de dahil olduğu Orta Doğu’nun sorunlarına kayıtsız kalmadı. Bir çok zaman da müdahil oldu. Özellikle 2.Savaş sonrasındaki soğuk savaş döneminde, bu müdahalelerini her zaman emperyalizm ve İsrail lehine yaptı. Bugün de bu siyasal anlayışını ve davranışını kararlılıkla sürdürüyor. Çünkü bu emperyalist siyaset dün de bugün de devlete egemen olan işbirlikçi sermaye sınıfının siyasetidir.