Daha önce söylediğim gibi, Erdoğan kazanmadı, ona kazandırıldı. Bu bir devlet kararıydı. Bu kararın ilk aşaması, açık anayasal engele rağmen Erdoğan’ın tekrar aday yapılması, muhalefetin de bunu kabullenmesiydi.
Ülkede 2007’den beri adil bir seçim yapılmıyor. Bütün seçimler şaibeli. Sayısı resmen açıklanmayan büyük bir sığınmacı nüfusunun barındığı ülkemizde, daha seçmen kütüklerinin düzenlenmesi aşamasından itibaren bir şeffaflık söz konusu değil. On milyon civarında (yüzer-gezer) sığınmacının olduğu bir ülkede doğru düzgün seçim olabilir mi? Bu koşullarda bu sonuçların da imal edildiğini, bunun “ısmarlama” bir seçim sonucu olduğunu iddia etmek meşru oluyor.
AKP’ye tek başına yönetebileceği bir çoğunluk verilmiyor. Oyları barajın altında olduğundan kuşku duyulmaması gereken MHP’ye rejimin sürdürülebilmesi için gerekli sayı temin ediliyor. Yani devletteki suni denge korunuyor.
Kritik bakanlıkları itibarıyla bugünkü kabinenin bu dengenin sürdürülebilmesi bakımından daha işlevsel olduğu görülüyor. Operasyon yeteneği öncekine göre daha yüksek olan bir kabine. Örnekse, yeni maliye bakanı ekonomide, eğitimde rasyonel bir anlayışın, devlette liyakatın egemen olmasının gerekliliğini vurguluyor. O doğrultuda çalışacağını, kadrolarını ona göre oluşturacağını belirtiyor. Dediğini yapması, Erdoğan’ın yetki ve yetkesinin altının oyulması anlamına gelir. Yapamamasıysa, Erdoğan’ın iktidarda kalmasını iyice zorlaştırır. Şimdilik Erdoğan’ın birinci seçeneği tercih etmiş olduğu anlaşılıyor.
Savunma ve dış işleri bakanlıklarına da, özellikle bölgesel sorunlarda, operasyon yeteneğine sahip figürler atanmış. Özcesi, Erdoğan’ın güvenlik ve uluslararası politikalar konusunda daha da pasifize edileceği bir döneme giriyoruz. Buradan daha demokratik koşulların oluşacağı sonucu çıkartılmamalıdır. Tersine, tam anlamıyla güdümlü, otoriter bir siyasal yapılanmanın oluşturulması beklenmelidir.
CHP’nin başını çektiği resmi muhalefetin de (hiçbir liderlik vasfı olmayan) Kılıçdaroğlu liderliğinde yoluna devam etmesi isteniyor. “Küçük Tayyip” portresi çizen hırslı İmamoğlu’na nazaran kontrolü kolay bir figür Kılıçdaroğlu.
Önceki yazılarımda, Kılıçdaroğlu’nun neden muhalefetin başına atanmış olduğunu, ABD’de ilk Afrika ve islam kökenli başkan olarak atanan Obama’nın sistem için işlevsel anlamıyla kıyaslayarak ifade etmiştim.
ABD, BOP hamlesini nüfusunun kahir ekseriyetinin müslüman, önemli bir kısmının da “beyaz adam” olmadığı bir coğrafyada uygulamaya sokmuş, ciddi bir direnişle karşılaşmış, siyaseten meşruiyeti sorgulanır hale gelmişti. Obama bu olumsuz gelişmeyi bertaraf etmek için öne sürülmüştü.
Kılıçdaroğlu’nun da, tarihsel olarak en önemli muhalif odağı oluşturan Alevi ve Kürt kitleleri (Hem Selçuklu hem de Osmanlı devleti özellikle Alevi-Türkmen ayaklanmalarıyla ayakta duramayacak hale getirilmişlerdi. Alevi ve Kürt ayaklanmalarının Cumhuriyet devrinde de devlet için sarsıcı sonuçları olmuştu. Gezi ayaklanmasında katledilenlerin hemen hepsinin Alevi olduğunu dikkate alınız) dizginlemek için işlevsel olabileceği düşünülmüştü.
Daha bürokratik-teknokratik ve bundan dolayı da daha otoriter bir döneme girileceği izlenimi ediniliyor. Muhtemelen ekonomide IMF’siz bir IMF programı uygulanacak. Olası tepkilere karşı bir yandan sert önlemler alınacak; diğer yandan, dinsel propagandaya daha fazla abanılacaktır.