Erdoğan mı kazandı?

Seçim sürecine girildikten sonra yazmış olduğum bir kaç yazıda AKP rejiminin seçim kazanma düzeneği oluşturmuş olduğunu belirtmiş, muhalefetin de bunu bile bile bu düzeneği meşrulaştırmaya hizmet ettiğinin altını çizmiştim. AKP de muhalefeti de bunu göstere göstere yaptılar.

AKP ve MHP’nin devletleşmiş olduklarını görmek gerekiyor. Bu koalisyonun seçim kazanması bir devlet kararıdır. Bu devlet sadece kendi içinde değil, uluslararası bağlamı ve nesnesi olan Türkiye toplumu ile de suni dengeler kurmuş olduğu halde davranıyor.

İlk ciddi toplumsal sarsıntı bu dengeleri alt üst edecektir. Bu rejimin toplumda, kendi dizayn ettiği ve etmeyi sürdüreceği bu muhalefete rağmen kararlı, örgütlü, etkin bir karşılığı yok. Siyaseten konsolide etmiş olduğu geniş bir nüfus yok. Sürekli düşmanlar yaratıp, düşmanlaştırmalarla, korku salarak, sadaka dağıtarak ayakta duruyor. Durmaya çalışıyor. Bundan sonra da farklı bir şey yapmayacak.

AKP rejimi bu seçimi daha ilk turunda kaybetmişti. Önceden hazırlanmış düzenek gereği, daha inandırıcı olmak için yüzde 49,50 ile kazanmış ama işi ikinci tura bırakmıştı. Muhalefet, gerçek bir muhalefet olmadığı için bile bile bu sonucu meşrulaştırdı. Rejim ta başından iki turlu bir “başarı” yı öngörmüştü. Senaryo ona göre yazıldı ve sahnelendi.

Her şeyden önce, 10 milyon civarında sığınmacının olduğu bir ülkede sağlıklı seçimler yapılamaz.

Muhalefeti Kılıçdaroğlu’na eşitlemek doğru değil. O bu kez öne sürülen adaydı. Samimi olarak da kazanacağına inanıyordu. İnandırılmıştı. Muhtemelen etrafındaki “iktidar çevresi”, “haydi bakalım, şimdi senin sıran başkan” demişlerdi.

Tekrar tekrar söylüyorum. Evcilleştirilmiş bir siyasal muhalefeti olmayan bir sermaye düzeni olmaz. Bu bakımdan iktidarın iplerini ellerinde tutanlar bu muhalefetin iplerini de ellerinde tutarlar. En azından tutmaya çalışırlar.

CHP ve etrafına monte edilmiş ittifak (aslında bu ittifak en önce CHP’nin kendi çinde kurulmuştu zaten) bütün AKP rejiminin inşası sürecinde uslu çocuğu oynamıştı. Her türlü açık seçim ihlâllerine ve son olarak da vahim anayasa ihlâline kadar…

Bu AKP rejimi ilk büyük sarsıntıyı Gezi kalkışmasıyla yaşadı. O yığınsal kalkışma CHP’ye rağmen gerçekleşmiş, CHP yığınlarca saf dışı edilmişti. Gezi, düzen muhalefetini dışladığı ölçüde sarsıcı oldu.

Sonra ne oldu? O dinamik, CHP ve HDP’nin rejimin sürekli meşruiyet üretmesini sağlayan seçim tiyatrolarının figüranı haline getirilmesine hizmet eden hamlelerinin peşine takıldı. Devrimci sol hareket en gerekli zamanda buna karşı bir refleks gösteremedi.

O günden bugüne bir seçimden diğerine AKP rejiminin gaz almasının, meşruiyet üretmesinin malzemesi olduk. Şimdi, devrim sözcüğünü duymak bile istemeyen konformist ve kolaycı sol kadrolar “sosyolojik analizler”, “seçim değerlendirmeleri” yaparak, çoğunluğu emekçi olan çaresiz halkın yarısından fazlasını, açık ya da örtük, “bunlar adam olmaz” diye suçlayarak tatmin olmaya çalışıyorlar.

Kendi kanallarında, burjuva medyasının her biri Zihni Sinir kalibresindeki köşe yazarları, “medya yorumcuları” gibi zihin yakmakla meşguller.

Şahsen bu sonuçlara bakınca, rejimin ne kadar kırılgan, halkın devrim talebinin ne kadar güçlü, ama solun ne kadar kafasının karışık, dağınık olduğunu okuyorum.

Halk sınıflarının bu talebini çok iyi algılayan malum rejim güçleri, oligarşi şimdi tekrar bize bir “değişim” pazarlamaya çalışıyorlar. Yine kendi denetimlerinde “yeni” bir muhalefet tarzı ve “muhalif figürler” kakalamak istiyorlar. Gelecek seçim tiyatrosu için hazırlanıyorlar.

Devrimden başka çıkış olmadığını, şimdilik siyaseten ifade edemeseler de, kavramaya başlayan kitleler, elbette kendi siyasal mecralarını bulacak, kendilerini siyaseten ifade edecekleri önderliği ortaya çıkartacaklardır.

Bu seçimin en gerçek sonucu bu beklentiyi takviye etmiş olmasıdır.