Suni denge

15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türk devleti içinde kağıtlar yeniden karıldı. Türk devletinin uluslararası bağlamında da değişim gerçekleşti.

O tarihe kadar Türk devleti Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren öngörülen dış bağlamına bağlı kalmıştı.

Gezi kalkışmasıyla sarsılan, 15 Temmuz’da çöken İhvancı AKP, Gülen Cemaati, “liberal emperyalist” neo-liberaller ve Kürt ulusalcıları arasındaki koalisyon yerine MHP ve Türk ulusalcılarıyla daha dar ama daha az kırılgan olmayan bir koalisyon kuruldu. Makamlar paylaşıldı. Erdoğan’ın kişiliğinin merkezi teşkil ettiği bir suni denge oluştu.

Elbette bu ikinci koalisyonun da, öncekinden farklı olmakla birlikte, uluslararası bir bağlamı vardı. Bu kez, bir tarafında ABD-NATO’nun, diğer tarafında onların ezeli rakibi (Bu iki güç temelleri 19.yüzyılın erken evrelerinde atılan sürekli soğuk savaşın iki asli tarafıdır) Rusya’nın yer aldığı bir suni denge yaratıldı.

Suni dengeler, düzensizlik koşullarında, iktidar güçlerinin veya çatışma halindeki devletlerin siyasal konumlarını sürdürebilmek veyahut siyasal hedeflerine ulaşmak için geçici ya da konjonktürel olarak bu koşulları kendi aralarında düzenlemeleriyle oluşturulur. İç dinamiklerden kaynaklanan yapısallaşmış, kuralları, kurumları oluşmuş genel bir denge durumu söz konusu değildir. Günü kurtarma, zaman kazanma ya da büyük kırılmayı şimdilik öteleme gayesine referans verir.

Kabul edelim, AKP rejimi, 15 Temmuz’dan hemen sonra gerçekleştirdiği sivil darbeyle yarattığı tek adam yönetiminin temin ettiği esnekliğin de katkısıyla genel olarak doğru zamanda doğru hamleler yaptı.

Rusya ve ABD’nin Doğu Akdeniz’de başlayan ilk ciddi çatışması, beklendiği gibi daha az dolaylı olduğu halde, Karadeniz’e kaydı.

Eski dünya düzeninin çöktüğü ve yenisinin henüz kurulamadığı koşullarda, AKP rejimi için uluslararası güçler karşısında Suriye sorunu etrafında elde edilmiş siyasal hareket alanı, Ukrayna sorunu etrafında daha da genişledi. Bununla birlikte daha kırılgan hale geldi.

Bugün devlet içindeki güçlerin ve uluslararası güçlerin hem kendi içlerinde hem de birbirleriyle aralarında oluşmuş bir tür suni denge var. Şu an için içeride ve dışarıda hiç bir tarafın bu dengelerin bozulmasına yönelik girişimleri söz konusu değil. Dahası, bu güçlerin Erdoğan’dan vazgeçmeleri için hali hazırda anlamlı bir neden de yoktur.

Kılıçdaroğlu’nun liderliğini yaptığı çok birleşenli muhalif kanat onlar adına pahalıya mal olabilecek bir risktir. Evet, bugün için bu iç ve dış güçler bu dengenin bozulmasını göze alamıyorlar. Uluslararası güçler söz konusu olduğunda, bunun en önemli nedeni, aralarındaki çatışmayı doğrudan değil, giderek zorlaşsa da, dolaylı olarak sürdürmeyi tercih etmeleridir. Dolaylı kapışmalar koridorlara ihtiyaç duyarlar.

Devlet içindeki güçler arasında suni denge doğrudan bu dış güçlerle sağlanmış geçici ve kırılgan dengeye dayanmaktadır. Bunun tersi de doğrudur.

ABD ve NATO’nun BOP stratejisini uygulamaya koymasından biraz önce dış dinamik, genel olarak, ABD’nin müttefiği olan devletlerde, etkin hale geldi. Aynı önceki soğuk savaş periyotunda olduğu gibi. Bu ülkelerin sermaye sınıfları politik olarak bir hizaya getirildi.

Hem ABD hem de Rusya isteklerini Erdoğan’a aşağı yukarı kabul ettirebiliyorlar. Ukrayna savaşının yarattığı koşullar, Erdoğan’ın elini biraz daha güçlendirmiştir. NATO bu savaşta, Türk devletini tam arzu ettiği gibi, etkin bir kanat ülkesi olarak kullanamıyor. Ancak, Türkiye’nin kendi kontrolü altında, Rusya karşısında ihtiyaç duyulan koridor ülke işlevini yerine getiriyor olmasından da rahatsız değildir.

Ayrıca ABD’nin Doğu Akdeniz macerasının göç hareketi gibi sonuçlarının yarattığı tedirginlik ve AKP’nin bu hareketin Batı’ya yönelmesini önlemek adına taahhütlerini de ihmal etmemek gerekir. Koridor işlevi bu tür olgulara da referans veriyor tabii.

Rusya açısındansa, çok kritik bir coğrafyada bulunan bir NATO ülkesinin şahinleşmeden, Rus çıkarlarına çok aykırı bir siyaset izlememesi bir kazanım olarak değerlendiriliyor olsa gerektir. Rusya için Türkiye bugün itibarıyla hem Akdenizde hem Karadenizde feda edilemeyecek bir koridordur. Rus devleti, Türkiye’deki muhalefetin hali hazırda ABD bloğuna yakın durduğu değerlendirmesini yapmaktadır.

Öte yandan, Rusya’nın giderek ağırlığını hissetirdiği Doğu Akdeniz’de ABD’nin kullandığı oyuncuların Türk devleti tarafından tehdit olarak algılanması; Türkiye’nin Suriye’de kullandığı oyuncuların da Rusya tarafından tehdit olarak değerlendirilmesi bu suni dengeyi daha da kırılgan hale getirmektedir.

Söz konusu uluslarası durumdaki değişme her an bu dengeyi bozabilir. Bu durum Türk devletindeki dengeleri de bozar, Erdoğan’ın iktidar konumunu yitirmesine yol açacak gelişmelere yol açar. Erdoğan’ın içerideki ittifakına daha gözü kara dinci örgütleri dahil etme çabasının önemli bir saiki de bu olasılıktır.

Tekrar olsun, Erdoğan figürü olmaksızın bu iç ve dış koalisyonun sürdürülmesi kabil değildir. Onu çekip alırsanız, bütün bu güçler, en azından bir süre için havada kalırlar. Belirsizlik riski aktüel hale gelir.

Bu bakımdan iç ve dış bütün bu güçlerin Türkiye’deki siyasal gelişmelere, olası siyasal gelişmelere müdahil olmamasını beklemek safdillik olur. Bütün taraflar açısından bu müdahalenin boyutları kaybedilecek şeylerin önemiyle doğru orantılıdır.

Bu arada, devlet içindeki ve devletler düzeyindeki politik suni dengenin ekonomik finansmanının Türkiye’de ve dünyada giderek kötüleşen koşullar dolayısıyla mevcut haliyle sürdürülmesi güçleşmektedir. Unutmayalım ki, bütün bu dengeler başta emekçiler olmak üzere halk sınıflarının ekonomik refahıyla bağlantılıdır. Bu refah bugün itibarıyla reel olarak erozyona uğramıştır.

Neo-liberal ekonomik anlayış her yerde olduğu gibi, Türkiye’de de ekonomiyi iyice kırılganlaştırmaktadır. Bu durum, süreğen bir kriz hali olarak kendisini dışa vurmaktadır.

Suni dengeler yukarıdan kurulur. Aşağıdan gelen reel toplumsal taleplere referans vermezler. Yani iç dinamiklere dayanmazlar. Bu koşullarda, içeride, en geniş kitleler nezdinde sürekli rıza üretilmesine, yeniden -üretilmesine muhtaçtırlar.

Yalnız bu noktada, Franklin Roosevelt’in bir saptamasını da hatırlatmak isterim : İhtiyaç içindeki insanlar özgür değildirler. Özgür olamazlar.

AKP rejiminin “böl/yönet” taktiğine hizmet eden kültüralist söylemiyle ta başından elde ettiği ideolojik meşruiyet, artık tersten ve çok daha nitelikli kitleler tarafından taşınan kendisini hedefleyen bir silah haline dönüşmektedir. Ekonomik dengelerdeki dramatik bozulmayı ideolojik araçlara abanarak kapatma çabasının artık sürdürülebilir olmadığı açıktır. AKP rejimi giderek genişleyen ve nispeten nitelikli bir kitlenin nazarında meşruiyetini kaybetmektedir. Kılıçdaroğlu etrafında oluşan geniş koalisyon bu halin somut siyasal dışavurumudur.

Yağmacı, sadakacı, spekülatif lümpen ekonomik gelişme anlayışına dayanan yapının iyileştirilmesi ya da regüler, rasyonel bir ekonomik anlayışla dönüştürülmesi, en başta Erdoğan ailesi tarafından temsil edilen bu ekonomik rejimin öznel dayanakları, ona eklemlenmiş çıkar gruplarının yani oligarşinin konumları dikkate alındığında olanaklı değildir.

Muhtemelen Erdoğan bir kez daha seçim kazanacaktır. Daha doğrusu, bir kez daha ona kazandırılacaktır. Ancak AKP rejimi ve hatta Erdoğan’ın bizzat kendisi de artık bu dengenin ağırlığını çekebilecek halde değildir. Erdoğan’ın kazanmasından sonra başlayacak süreç bu rejimin bütün defolarını açığa çıkartacaktır.

Daha erken bazı yazılarımda da belirtmiş olduğum gibi, Erdoğan, bir tarihsel Mefisto rolünü de üstlenerek, bizi bir devrime ya da devrimlere taşımaktadır. Bunun için bu rejimin dayandığı kırılgan dengeleri devrim adına sokaktan zorlamak, sarsmak gerekiyor. Devrimci siyasal buhrandan korkmaz; siyasal buhranın süreğenleşip, derinleşmesi için çalışır.

Bugün AKP rejimi 2013’ten daha zayıf; biz 2013’ten daha güçlüyüz.