AKP rejimi, eski dünya düzeninin çöktüğü, yerine yenisinin kurulamadığı koşullarda, Anglo-Amerikan emperyalizminin dünyayı fethetmek için çıkış noktası olarak gördüğü BOP hamlesi sırasında, onun ihtiyaçlarına yanıt verecek şekilde dizayn edildi.
Emperyalistlerin söz konusu hamlesi Suriye halkının direnişiyle boşa çıkartılınca, AKP rejimi üzerindeki emperyalist kontrol da aksamaya başladı. Rejim özellikle de “neo-con” ların başarısız darbe girişiminden sonra geniş bir hareket alanına kavuştu. Bu genişlemiş alanı kendisini tahkim etmek için kullandı.
Temel olarak kamu kaynaklarını, kamu mallarını ihaleler, varlık fonu vb araçlarla yağmalamaya dayanan bir düzen kurdu. Büyük parasal kaynakları kontrol etmeye başladı. Bunun temini için gerekli olan hukuksal, siyasal kurumsal yapıları oluşturdu. Ayakbağı ya da kendisi için tehdit olarak algıladığı eski kurumsal yapıları yozlaştırdı, dönüştürdü veya ortadan kaldırdı.
Bu yapılar sayesinde devasa para kaynakları ve sermaye sınıfı üzerindeki egemenliği dramatik ölçüde güçlendi. Artık söz konusu ekonomik kaynaklar Tayyip Erdoğan ailesi ve onun yakın çevresi tarafından denetleniyor. Onun tarafından “yandaş” tabir edilen kesimlere dağıtılıyor. Böylece sermaye sınıfı da yeniden dizayn ediliyor.
Kuralsız, kayırmacı, kamu bankalarının usulsüz kredileriyle desteklenen, yap-işletçi inşaat ihalelerine öncelik tanıyan lumpen birikim anlayışının yol verdiği “lumpen sermaye” olarak adlandırılabilecek sermaye, başta Tayyip Erdoğan’ın şahsında palazlandı.
Rejim bu ekonomik düzeni, ekonomik düzen de rejimin işleyişini sürekli besliyor. Ancak rejimin bu işleyişi her geçen gün daha geniş halk kesimlerini yoksun ve yoksul hale getiriyor. Orta katmanlar sürekli olarak (kapitalist dünyanın genelinde de tanık olduğumuz gibi) yoksullaşıyor. Zenginlikler giderek çok daha dar bir kesimin kontrolüne giriyor.
Emek örgütlerinin bu düzene uyarlanmamak için direnenleri ya baskılanıyor ya da işlevsiz hale getiriliyor. Diğer taraftan da, ara ara ücretli kesimlere, hayat pahalılığı ve yoksulluk olarak kendilerine geri dönen, ulufe dağıtılıyor. Böylece aralarla kitlelerin gazı alınmak isteniyor. “Tek adam” yönetimi bu bakımdan çok işlevsel oluyor.
Rejim, denetiminde bulunan enformatik araçlar sayesinde Türkçü-İslamcı motiflerin baskın olduğu eklektik ve tamamen demagojik kültüralist çağrıları kitlelere empoze ederek onların kafalarını iyice karıştırıyor.
Muhalefetin ana gövdesini oluşturan Millet İttifakı’nın bu ekonomik düzen ve onun enformatik söylemiyle esastan bir sorunu yok. Şikayet ettikleri, kuralsızlık, kayırmacılık, liyakatsizlikle suçladıkları tek adam rejimidir. Yoksa, onun ekonomik ve emperyalist siyasal çizgisiyle ihtilafları yoktur.
Seçimlere bu tablo içinde giriliyor. Bu rejimin bir seçimle alt edilebileceğinin propagandası yapılıyor. Yanlıştır. Sosyalist sol da, genel olarak, bu propagandadan medet umuyor. Seçimleri muhalefetin kazanması halinde rejime sürdürülebilirlik adına ayar verilecektir. Tahkim edilecektir. Böylece, devrimci bir kalkışma olasılığı ötelenecektir.
Bununla birlikte, “tek adam” anlayışının olası tasfiyesiyle, otokratik yönetim anlayışı zayıflayacak, emekçi kitlelerin demokratik örgütlenmesinin önü bir ölçüde açılabilecektir. Rejimin daha otoriter bir yapıya doğru evrilmesi önlenecektir.
Ancak her iki durumda da, rejimin sürdürülebilmesi mümkün olmayacaktır. Devrimci ortamın oluşturulabileceği koşullar kaçınılmaz görünmektedir. Erdoğan’ın kazanması rejimi, daha otokratik, daha faşizan bir evreye taşıyacaktır. Bununla beraber devrimci kırılma olanak ve olasılığı yüksek olacaktır.
Seçim öncesi ülkede genel hava Erdoğanlı AKP rejiminin kaybedeceği yönündedir. Oysa anketlere bakılacak olursa, Erdoğan geçmişte çok güçlü olduğu bir çok yerde hâlâ çok güçlüdür. Yüzde 60-70 oy almış olduğu, aralarında depremden zarar gören kentlerin de bulunduğu yerlerde, bu oranların üç beş puan altında da olsa, halen güçlüdür. Bunu ihmal etmemek gerekir. Yani muhalefet adına sonuç çantada keklik değildir. Muhalefetin çok parçalı yapısı da, Erdoğan gibi çimento işlevi gören bir figürden yoksun oldukları için kararsız seçmenler bakımından aleyhte bir faktördür.
Sosyalist sola gelince, bu kadar önem atfetmiş oldukları bir seçime gerçek bir güçbirliği halinde hazırlanmamış olmalarının izahı yoktur. Bu yüzden kendilerini emekçi sınıflar, ilerici kesimler nezdinde, bu rejime karşı bir seçenek haline getirememişlerdir.