Bölgemizde devam etmekte olan savaşların daha genel, büyük bir savaşa yol açma olasılığının güçlendiği koşullarda, Türkiye’nin iç siyasetinin olağan bir görüntü vermesi elbette beklenemez. Anlaşılıyor ki, hem uluslararası güçler hem de onların içerideki uzantıları Tayyip Erdoğan sonrasını dizayn etmeye yönelik hamleler yapıyorlar.
Türkiye’nin son yirmi yılına damgasını vuran siyasal yapı, Anglo-Amerikan emperyalizminin global hegemonyasını tahkim etmek için “Büyük Ortadoğu” planını uygulamaya koyacağı sıralarda oluşturuldu. Bu amaçla, Türkiye devletinin mevcut kurumları, siyasal partileri, medyası çözüldü, yeniden dizayn edildi veyahut tasfiyeye uğradılar.
Emperyalizmin evdeki hesapları çarşıya uymadı. Direnişler karşısında geriledi. Yükselen uluslararası rakip güçler karşısında mevzi kaybetti. Anglo-Amerikan emperyalizmi bugün hegemonyasının sürdürülebilirliğinin büyük bir tehdit altında olduğunu görüyor. Yeni hamlelere ihtiyaç duyuyor. Vasallarının kontrolünü kaybetmek istemiyor. Çünkü bu vasallar olmadan hegemonya sürdürülemez.
Emperyalizm, vasalı olan Türkiye’deki hamlelerini, tabii olarak, burada oluşturmuş olduğu siyasal yapılar üzerinden gerçekleştirmeye çalışıyor. Artık kendi çıkarları için iş görmesi zorlaşan ya da mümkün olmayan yapılara müdahale etmek gereksinimi duyuyor. Neredeyse on yıldan beri uzatmaları oynayan Tayyip Erdoğan devri kapanıyor. Öyleyse, siyasal kartların yeniden karılması gerekiyor.
İkili, dörtlü derken altılı hale gelen masa, her şeyden önce, söz konusu ihtiyaca yönelik bir arayış çabasından doğmuştu. Asıl gayesi, Erdoğansız bir AKP rejimi oluşturmak, şeylerin değişmeden kalacağı bir “değişim” i kitlelere pazarlamaktı.
Yaşanan son doğal afet kitlelerin öfkesini ve değişim istemini takviye etti. Altılı masa adayının kim olursa olsun seçimi kazanacağı görüldü. Böylece masanın adayının kimliği daha önce olmadığı kadar önem kazandı.
Kılıçdaroğlu son zamanlardaki açıklamalarında sürekli mevcut yönetimden ve bu yönetimden haksız şekilde nemalanan, yolsuzluk yapan çıkar çevrelerinden hesap sorulacağını vurgulamaya başladı. Önceliğinin kararlı bir şekilde hesap sormak olacağını sürekli yineler oldu. Bu çıkışa öfkeli kitlelerden olumlu bir dönüş olduğu görülmüş olmalıdır.
Masa’nın CHP’den sonra en güçlü partisi olan İYİP, tam da bu noktada, ne zamandır kulislerde dillendirdiği, Kılıçdaroğlu’nun seçilebilecek bir aday olmadığı yönündeki iddialarını Masa’ya taşıdı. Özellikle müteahhit kökenli İmamoğlu’nun , olmadı, kolay kontrol edilebilir bir figür olarak Mansur Yavaş’ın adlarını doğrudan işaret etti.
Zaten bu ikisi, sorunsuz bir Tayyip Erdoğan sonrası dönem arzulayan, ağırlıklı olarak müteahhitlerden oluşan sermaye çevreleri tarafından epey bir zamandır, anketler aracılığıyla, pazarlanmaktaydı.
Akşener’in bu son hamlesiyle, İYİP’in de, AKP ve MHP’yi en kararlı şekilde destekleyen, ağırlıklı olarak devlet ihalelerinden büyük kârlar elde eden sermaye çevrelerine yakın durduğu, hatta ta başından Masa’daki Truva Atı olduğu açığa çıkmıştır.
Bununla birlikte, İYİP tarafından izlenen yöntem ve sonucunda alınan karar o kadar akılcı olmaktan uzaktır ki, parti için nasıl bir kazanımının olacağının mantıklı bir izahı yoktur. Parti kendi içinden bir aday göstermemiştir. Genel başkanı aday olan başka bir partinin iki belediye başkanına adaylık çağrısı yapmıştır. Bunun siyaseten hiç bir akılcı izahı yoktur. Bir siyasal parti için tam bir iktidarsızlık itirafıdır. Bu hamlesinden sonra İYİP’in Cumhur İttifakı’na doğru yol alması beklenmelidir.
Bu hamle tüm boyutlarıyla o kadar akıl dışıdır ki, alınan kararın parti içindeki çok küçük bir grubun kişisel ikbal hesaplarıyla ilişkili olabileceğini düşündürmektedir.
Bu gelişme muhalif kitlelerin öfkesini daha da arttırarak, Masa’nın saflarını sıklaştırmasına, kapsamına alamadığı siyasal kesimlerle diyalog kurmasına, siyaseten önünün daha da açılmasına yol açacaktır. Zaten şimdiden bunun işaretleri alınıyor.
İYİP’in masadan kalkmasının Erdoğan için en önemli getirisi, muhtemelen, adaylığı önündeki anayasal engelin kalkması olacaktır. O kadar.
Bu arada, Akşener’in bu hamlesinden bir iki gün önce onunla ağız birliği içinde olan Sözcü TV’nin yayın hayatına başlaması herhalde bir tesadüf olarak görülemez. Kartların siyaseten karıldığı koşullarda, elbette medyadaki kartlar da yeniden karılır. TÜSİAD sermayesinin has gazetecisi Uğur Dündar ekibinden, yarı-lumpen tarzıyla, “Atatürk taciri” Yılmaz Özdil’in bu operasyonda başrollerden birini almış olması bu iddiama karine teşkil ediyor.
Sonuç olarak, fiilen sona ermiş olan Erdoğan dönemi pek yakında hukuken de sona erecektir. Ancak onun alternatifi olduğunu söyleyen düzen muhalefeti ülkenin sorunlarının üstesinden gelmeyi başaramayacaktır.
An itibarıyla beşliye dönüşmüş olan bu masanın kompozisyonuna bakıldığında, yeni başlayacak dönemde, uzun sürecek bir siyasal istikrarsızlığın kapıda olduğunu tahmin etmek zor değil. Kompozisyonla kastım sadece tek tek ittifakı oluşturan partiler değil, aynı zamanda, bu partilerin içsel birleşimidir.
Sosyalist bloğun çözülmesinden sonra burjuva partilerinin ideolojik kimlikleri erozyona uğradı, bu partiler bir tür Mevlana tekkesine ya da “Halil İbrahim sofrası” na dönüştü. İçlerinde hemen her siyasal ve ideolojik renkten özneyi barındırır hale geldiler. Aslında söz konusu siyasal öznelerin de ideolojik bir kimliklerinin, ideolojik bütünlüklerinin olduğu söylenemez.
Öte yandan, otokrasinin, faşizan baskıların hüküm sürdüğü koşullarda, sadece düzen partilerinin değil, düzene karşı olan partilerin de , şu ya da bu ölçüde, çatı partileri haline dönüşmesine tanık olunur. Sınıf mücadelesinin küresel ölçekte kültüralist, popülist illüzyondan kurtularak şiddetleneceği zamanlar yakındır. O zaman bu siyasal yapıları sürdürmek mümkün olamayacaktır.