İstiklal Caddesi’nde patlayan bomba

Yayın tarihi kamil

Bugün Türkiye’deki siyasal rejim ilk kez bir AKP-Gülen Cemaati koalisyonu olarak inşa edilmeye başlandı. Bu koalisyonda AKP toplumsal desteğine, Cemaat ise devletin asker ve sivil bürokrasisi içinde sahip olduğu güce dayanıyordu. Ta başından, iki tarafın da ” köprüyü geçinceye kadar…” anlayışıyla yaptıkları siyasal hesaplar olduğu malumdu. Hiç şüphesiz bu koalisyon için ortamı ve tarafları hazırlayan, yönlendiren ABD ve Avrupa’daki uydularıydı. Değişen dış taleplerin baskısı altında iç gerilimleriyle giderek zayıflayan bu koalisyon Gezi Ayaklanması ile birlikte çöktü. AKP siyasal iktidarı tek başına kontrol etme yolunda hızla adımlar attı. Ancak Cemaat’in devlet bürokrasisindeki ağırlığı hâlâ sürmekteydi.

Cemaat esas olarak ABD’deki neo-conların kontrolündeydi. Onların AKP rejimini hizaya getirme arzularıyla, Cemaat’in tamamen tasfiye edilmemek için hamle yapma kararı 15 Temmuz kalkışmasını yarattı.

AKP bu kez, 15 Temmuz darbesinin bastırılmasında rol almış olan milliyetçi güçlerle koalisyon kurmak zorunda kaldı. Cemaat’in yerini bu milliyetçi güçlerin temsilcisi olarak davranan MHP aldı. AKP yine toplumsal desteğini koz olarak kullanıyor. MHP ise askeriye ve polisteki, kısmen sivil bürokrasideki gücüne dayanıyor.

Bu koalisyonun dış bağlamı eski koalisyonun dış bağlamından biraz farklıydı. AKP, bütün popülist gevezeliklerine rağmen ABD ve NATO çizgisine sadık ; MHP ve etrafındaki milliyetçi güçler ise ABD ve NATO’ya bağlılığı savunsalar da, özellikle Kürt sorunu etrafında, NATO’nun ve batılı müttefiklerinin güven vermeyen tavırlarını bahane ederek Rusya kartını kullanmaya çalışıyor. Bu sayede Rusya, bölgesel hamlelerinin de neden olduğu koşullarda, öncelenmemiş ölçüde Türkiye siyasetine müdahil bir konuma sokuluyor. Türkiye, Rusya’yı; Rusya da, Türkiye’yi kullanmak istiyor. Koalisyonun milliyetçi kanadı bu siyasetin sürdürülmesi için destek sağlıyor.

Reel olarak ömrünü tamamlamış olan bu rejimin halen fiili olarak ayak altında dolaşmasını sağlayan en önemli etkenler, giderek kızışan, siyasal ittifaklar zeminini kayganlaştıran, mevcut ittifakların sorgulanmasına yol açan bögemizdeki dış siyasal gelişmeler ve içeride siyasal iktidar tarafından iyice evcilleştirilmiş olan muhalefetin konumudur. Yani iktidarı almaya talip bir siyasal heyet mevcut değildir.

Özellikle mevcut ekonomik sorunlar her ne kadar rejimin toplumsal desteğini erozyona uğratıyorsa da, reel bir iktidar alternatifinin ortaya çıkmamasında belli bir rol oynuyor. Hem iktidarın hem de muhalefetin hemen hemen aynı iç ve dış güçlere dayanıyor olması, muhalefetten ciddi çözüm önerileri veyahut siyasal bir hamle gelmesini önlüyor.

Bu muhalefet yapısının AKP’nin yeni bir rejim inşasını hedefleyen iktidarını tahkim ettiği koşullarda, tam da o süreç içersinde, kurulacak rejimin ihtiyacına göre, bir çok durumda komplo aracı da kullanılarak dizayn edildiğini akıldan çıkarmayalım. Yani aynı rejimin el altında bulundurulmasında yarar görülen “muhalif” kanadı olarak oluşturulmuştur.

Bu koşullarda bir genel seçime gidilmesi bekleniliyor. AKP-MHP koalisyonunun kendileri için yeterli olacak çoğunluğu kazanmaları zor görünüyor. Böyle bir çoğunluğu sağlayamadıkları durumda rejimin ayakta kalması mümkün değildir.

Seçim söz konusu olduğunda, MHP ile temsil edilen kanadın iktidara tutunabilmek için Tayyip Erdoğan’a ihtiyacı var. Ancak Tayyip Erdoğan için aynısı geçerli değil. Bu yüzden AKP kanadı yeni ittifak arayışları içerisine giriyor. Böyle olanakları da var. Ancak MHP kanadı için aynısını söyleyemeyiz.

AKP’nin ittifak arayışları içinde de böyle bir ittifaka teşne olan Kürt siyasetidir. Dolayısıyla AKP hemen yüzünü onlara dönmektedir. Kürt siyasetinin nihai gayesi, NATO emperyalizmi tarafından bölgede kurulacak olası bir Kürt devletinin oluşumunda, özellikle demokratik koşulların yaratılmasına oynayarak etkin bir rol almaktır. Buna şüphe yoktur.

Öte yandan, AKP için tek ve en önemli olan şey, iktidarda kalabilmektir. Hiç bir ilkesi ya da programı yoktur. Kendisine emperyalist güçler tarafından verilmiş olan görevi, ülkeyi yağmalama öznel hevesiyle üstlenmiştir. AKP’nin öznelerinin İslamcılar arasından seçilmiş olması, onların ideolojik olarak “cihatçılık” yani yağmacılık anlayışını benimsemiş olmalarıyla da alakalıdır. Bu ideolojik konum onların emperyal güçler tarafından “sevk ve idaresi” ni kolaylaştırıcı bir rol oynamaktadır.

12 Eylül faşizminin ve onun yarattığı Özal’ın ANAP’ın o zaman ki koşullarda yapmak isteyip de yapamadığını, onların açmış olduğu zeminde AKP yapmaktadır. AKP açısından iktidar demek, ülkenin bütün kaynaklarını, varlıklarını yağmalamak demektir.

Şimdi ülkenin bir seçim atmosferine sokulmuş olduğu şu günlerde, AKP’nin bir refleksle HDP’ye ya da genel olarak Kürt siyasetine yüzünü çevirmek istemesi, MHP ile temsil edilen koalisyon ortağını şiddetli bir şekilde rahatsız etmiş olmalıdır. Bu kanat, AKP’ye bu koalisyonun öyle kolay kolay çözülemeyeceğinin mesajlarını vermektir. İstiklal’deki patlamayı bu açıdan düşünmeyi meşrulaştıran çok sayıda gösterge vardır. Sadece İçişleri Bakanı’nın refleksleri bile karine gücündedir.

Bu gelişmeler bir kez daha bir darbe girişimiyle sonuçlanırsa, bunun ülkeye maliyeti çok daha ağır olacaktır.