Netleşelim

“Ukrayna krizi” etrafında daha da netleşmek için belli saptamalar yapmaya ihtiyaç var.

1- Belki sonda söylenmesi daha uygun olacak şeyi hemen söyleyeyim : Rusya, Ukrayna sorununu gerçekçi değerlendirmiştir. Diplomasi alanında rakiplerinden çok daha samimi, sabırlı ve şeffaf hareket etmiş, sonunda müdahale kararı da doğru olmuştur. Ancak bu gerçekçi hareket tarzının aşılmaması gereken sınırları vardır. Rusya, Dinyeper ırmağının batısına geçmemeli, kendi tarihsel coğrafyası olan Doğu Ukrayna’da kalmalıdır. Irmak boyunca güneye doğru Odessa’yı da ihtiva edecek şekilde bir hattı sınırı olarak görmelidir. Bu sınır hemen Moldavya sınırındaki Trans-Dinyester Sosyalist Cumhuriyeti’yle sınır oluşturacak şekilde belirlenmelidir. Batı Ukrayna’nın Karadenizle bağı kopartılmalıdır. Öte yandan, bilindiği gibi halen NATO bu Trans-Dinyester sorununu da Moldavya’nın Nato’ya entegrasyonu argümanı etrafında kaşımaktadır. Bu müdahale vesilesiyle, Rusya’nın şimdiden orada da ön alması gerekir. Eğer Rusya (hiç ihtimal vermek istemiyorum), Ukrayna’nın batısına da hareket ederse, büyük bir yanlış yapmış olur. Bir başka konu (ki bu da, Rusya’nın güçlü kapitalist eğilimleri dikkate alındığında, zayıf bir olasılıktır), Doğu Ukrayna’nın, bir (Doğu Ukrayna veya Donbass) Halk Cumhuriyeti formunda, mümkün olursa, Ukrayna’nın batısındaki yönetimle bir konfederasyon altında birleşmesi bu koşullarda en olumlu sonuç olacaktır. Rusya’nın olası itirazına rağmen mevcut halk cumhuriyetilerinin bu “halk cumhuriyeti” formunun korunması için Rusya’ya bastırmaları gerekir.

2- Tekrar olsun, bu Rusya’yı baş düşman olarak sorunsallaştıran Avrasya jeo-politiği Britanya emperyalizminin eseriydi. Bugün de Avrupa’da, en açık ve fütusuz desteği İngiltere vermektedir. İngiltere’nin bütün diplomatik tasarımlarının merkezinde kendi kurgusu olan “Rus tehdidi” vardır. Brexit, İngiliz emperyalist aklının talebiydi. Nato’nun işlevinin Nato üyeleri arasında tartışılmakta olduğu bir sırada, Kıta Avrupası’nı bu emperyalist Avrasya jeo-politiği etrafında yeniden dizayn etme tasarısının önemli bir merhalesiydi. Bu Brexit kararı sonrasında, hemen Çin Halk Cumhuriyeti’yle henüz ayrıntılarını öğrenemediğimiz çok kapsamlı ekonomi-politik antlaşmaların imzlanmış olmasını da bir tarafa koyalım. Daha önceki yıllarda yazmış olduğum yazılarda bu iki ülke arasındaki temasın önemine değinmiştim. Çin konusuna başka bir yazıda değinmeyi düşündüğüm için şimdilik Çin kapitalizminin emperyalizme çok ciddi bir bağımlılığı olduğunu, özellikle de finansal alanda, City of London’la bağlantısının Çin üzerinde sınırlayıcı etkilerinin olduğunu söyleyerek geçiyorum.

3- ABD ve İngiltere birlikte Kıta Avrupası’nı yeniden kendi etraflarında sıkıca kenetlemeye çalışıyorlar. Bilindiği gibi, ilk soğuk savaş döneminde, emperyalistler “SSCB tehdidi” altında kendi aralarındaki çelişki ve ihtilafları askıya almışlar, ABD hegemonyası altında bir Troyka formunda kenetlenmişlerdi. SSCB’nin çöküşünden sonraki gelişmeler arasında en kayda değer olanı, Almanya’nın savaşla gerçekleştiremediği kendi hegemonyası altında Avrupa Birliği’ni (bunu 4.Reich olarak da okumak meşrudur), oluşturmak yönünde atmış olduğu adımlardır. ABD ve İngiltere’yi Çin ve Rusya’dan daha çok korkutan, Almanya’nın Avrupa hegemonyasını Rusya’yla ittifak kurarak gerçekleştirmesidir. Almanya’nın kendi kontrollerinden çıkmaması en öncelikli stratejik kaygudur. Aksi halde, böyle bir gelişme NATO’nun ve Amerikan hegemonyasının çökmesi anlamına gelir. Britanya emperyalizmi daha önceki iki dünya savaşını da Almanya’yı engellemek için planlamıştı. Hem de bir taşla iki kuş vuracak surette, onu Rusya ile kapıştırarak bu emeline ulaşmayı hesaplamıştı. Sonuçta, her iki savaşta da Almanya ve Rusya kafa kafaya tokuşturulmuştu. Alman emperyalist devlet aklını temsil eden güçler içinde, Ukrayna krizi etrafında bu İngiliz-Amerikan planını görüp, tepki verenler oldu. En son Alman Bahriye Komutanı, bu krize Almanya’nın dahil olmamasını, tuzağa düşmemesini, Rusya ile ilişkilerini gözetmesini söylemiş, ve sonrasında hemen “Natocu Almanya” tarafından istifaya zorlanmıştı. ABD ve İngiltere, Yunan ekonomik krizinde gördüğümüz gibi, AB’yi (Almanya olarak da okunabilir) ekonomik olarak da sürekli çelmelemeye yönelik önlemler almaktır. Şimdi de bir kez daha “Rusya tehdidi” teması etrafında Avrupa merkezli bir başka soğuk savaşa ivme kazandırarak Troyka’yı kenetlemeye çalışıyorlar. Bir kaç gün önce İngiliz dış bakanı, geçmişe yönelik Afganistan imasıyla, Rusya’yı gerilla savaşıyla tehdit etti. Ancak bu kez coğrafyanın Avrupa olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Böyle bir savaşın Rusya’dan çok bütün Kıta Avrupası’na zarar vereceğini söylemeye bile gerek yok. Üstelik, bu kez SSCB’nin Afganistan’a müdahale ettiği zaman karşısında olan kritik önemdeki ülkelerin önemli bir kısmı Rusya’ya karşı cephe almamışlardır. Neo-nazi ve cihatçılardan devşirilecek paralı savaşçılarla yapılması önerilen bir vekalet savaşı Rusya’ya olan desteği daha da arttıracaktır.

4- Şimdi deniliyor ki, “Ukrayna halkı mazlum bir halktır”. Gericiliğe, faşizme, emperyalizm uşaklığına teslim olmuş, ona başkaldırmamış hiç bir halk mazlum değildir. Tersine işbirlikçidir. Küçük burjuva popülist anlayıştan kurtulmak lazım. Bu anlayış Leninizm üzerinde de etkili olmuş, özellikle de ulusal sorunun çözümü konusunda bolşeviklerin burjuva demokratik önlemler almasına yol açmıştır. Bu siyaset, SSCB içinde burjuva milliyetçi eğilimlerin bastırılmış olduğu halde içten içe güçlenmesine katkı yapmıştır. Proleter devrimci bir anlayışın ulusal sorun konusunda ayrıntılı, hatta mikro düzeyde, bir etnik siyasal çizgiyi izlemekte ısrar etmesi, neredeyse her etnik grubu özerk devlet yapıları içinde örgütlemesi doğru olmamıştır. Emperyalist kuşatma altındaki SSCB’yi daha kırılgan hale sokmuştur. Hele daha sonraları Kırım örneğinde olduğu gibi, hoyratça ikramlarda bulunulmuş olmasının izahı yoktur. Bu çok etnili tarihsel yapıyı sovyet yurttaşlığı ve proleter enternasyonalizmi çerçevesinde örgütlemek izlenen burjuva demokratik ulusal program dolayısıyla başarılamamıştır. Daha önceki yazılarda da bir kaç kez söylemiş olmalıyım. Ulusal sorun konusunda Lenin kesinlikle taktik olarak doğruydu. Ancak stratejik açıdan Rosa Luxemburg’un konumu Lenin’den daha gerçekçiydi.

5- Devrimci sınıf siyasetini, emperyalist jeo-politik karşısında jeo-ekonomi-politik bir perspektife yerleştirerek yürütmezseniz, dar lokal hesaplar yaparsanız, sürekli hüsrana uğrama olasılığınız yüksek olur. Bu açıdan bakılırsa, kapitalist Rusya, en azından şimdilik, hem Suriye’de, hem Ukrayna’da NATO’nun geriletilmesi, böylece emperyalist Troyka’da gedik(ler) açılması için olumlu bir harekat yürütüyor. Geçerken daha önceleri altını çizmiş olduğum bir konuya tekrar değineyim. Popülist Rus yönetimi Avrasyacı değil, savunduğu kapitalist siyaset, emperyal emelleri açısından da bu ideolojiyle bağdaşamaz zaten. Avrasyacılık, 30’ların hemen ikinci yarısından itibaren netleşmiş haliyle, bizim Cumhuriyetin bugüne kadar ki resmi ideolojisi olan Türk-İslam ideolojisine benzer şekilde , gericidir, faşizandır. Marksizm-leninizm, bu kendilerini doğulu olarak sunan Avrasyacıların diliyle konuşmak gerkirse, batılıdır. Batı aydınlanmasının çocuğudur. Tarih içinde Doğu’da şurada ya da burada aydınlar, aydınlanmalar olabilir. Ancak bu kısmi olgular orada hiç bir zaman evrensel düzeyde ve bütünsel olarak toplumları dönüştürecek demokratik programlara kaynaklık eden, yol gösteren özerk, sistematik bir akla, fikre dönüşmemiştir.

6- Son olarak, Türkiye’de 6 partinin bir araya gelerek geleceğe yönelik ortak bir siyasal program önermeleriyle, bu Ukrayna sorunu arasında, eşzamanlılıkları dolayısıyla bir bağlantı kurmak zorlamadır. Doğru değildir. Elbette bu 6 parti de, AKP rejimi de Natocu, Amerikancıdır. Şimdi bu 6 partinin girişimleri lehinde yapılan konuşmalar, Tayyip Erdoğan’ın daha iktidarının hemen öncesinde ve hemen sonrasında ilan ettiği “ileri demokrasi” programı lehinde yapılmış konuşmalara benziyor. Bugün buradan demokratikleşme adına olumlu sonuçlar çıkacağını iddia eden solcular, bir süre sonra vaktiyle Erdoğan güzellemesi yapan liberallerin durumuna düşebilirler. Yapılacağı vaat edilen işlerden çok, bu işleri yapacağını vaat eden öznelere odaklanmak daha doğru olur. Tayyip Erdoğan ne ekonomiden ne diplomasiden anlar. Bugünkü ekonomiyi Babacan; dış politikada bugünkü halimizi Davutoğlu belirlediler. Tabii emperyalistlerin ve işbirlikçi sermaye sınıfının telkinleri doğrultusunda… Marjinal bir dinci ve ülkücü faşist bir parti, yanı sıra tabii Natoculuğun mimarı CHP… Sonuç: Erdoğansız bir AKP. Nitekim, ne emperyalist Troyka ne de sermaye sınıfı bundan daha fazla bir demokratikleşme(!) ister.