ABD başkanlık seçimlerinde sürpriz olmaz. Amerikan “establishment” ının kime ihtiyacı varsa, o seçilir. Bu kez de öyle olacak.
ABD artık Trump’la yoluna devam edemez. Bunun nedeni, bizdeki liberal, sol liberal avenenin, genel olarak Batı’daki, özel olarak ABD’deki benzerlerine kulak vererek iddia ettikleri gibi, Trump’ın gerici olması, bu anlamda mesela, cinsiyetçi, ırkçı olması değildir. ABD’nin gerileyen, tehdit altında bulunan emperyalist hegemonyasının jeo-ekonomi politik ihtiyaçlarıdır.
Trump’ın başkanlığı sırasında ABD doğrudan askeri bir dış müdahalede bulunmadı. Doğrudan savaşmadı. Genel olarak, askeri önlemlerden kaçınma eğiliminde oldu. Elbette askeri gücünü bir tehdit unsuru olarak kullanmayı sürdürdü. Militarist eğilimlerinden vazgeçmedi. Ancak askeri çatışmalardan kaçındı. Dünyanın bir çok bölgesinde bulunan askeri güçlerini azaltma eğiliminde oldu.
Bunun yerine, rakip gördüklerine karşı ekonomik önlemler almayı, ekonomik cezalar kesmeyi tercih etti. Askeri savaşlar yerine “ticari savaşları” tercih etti. Bu süreçte bir takım ticari avantajlar elde etti. Ancak bununla yetinmesi elbette beklenemezdi.
Daha öte ticari hamlelere girişmesi de, içte ve dışta ekonomik dengeleri alt üst etme, hegemonyasını dostları nazarında dahi sorgulanır hale getirme olasılığı taşıdığı için mümkün olamadı. “Ticaret savaşları” nın sınırlarına ulaşılmıştı.
Trump’ın içeriye karşı popülist; dışarıya karşı izolasyonist söylemi ve politikaları , işin başında, ekonomik olarak dar boğazdaki Amerikalı halk sınıflarının gazını bir miktar almıştı. Gelgelelim, pandeminin de etkisiyle küçülen ekonomi, dramatik ölçüde artan işsizlik, söz konusu sınıflar nezdinde, artık lafla peynir gemisinin yürütülemeyeceğinin idrak edilmesini sağladı.
Bu popülist ve izolasyonist politikaların sürdürülebilir olmadığı Amerika’ya egemen olan oligarşiler tarafından da anlaşıldı. Emperyalizm bu geç evresinde sürekli şiddete başvurmadan yaşayamayacağını biliyor.
Zaten 1949’da resmen ilan edilen “soğuk savaş” 1989’da sona erdikten sonra emperyalizmin kısmi savunma stratejisini terk edip, birleşik saldırı stratejisine geçmiş olduğu ilan edilmişti. Bu stratejinin giderek daha fazla Avrasya ve Orta Doğu coğrafyalarına odaklandığı vak’adır.
Özellikle son otuz yıldan beri bariz şekilde gerileyen ABD hegemonyası için sürekli daralan zaman artık daha kararlı, daha doğrudan ve daha sert önlemlerin alınmasını zorunlu kılıyor. Daha önce bir çok kez yinelemiş olduğum gibi, ABD’nin zamanı yok. Çabuk hareket etmesi gerekiyor. Salt ekonomik önlemlerle sonuç alamayacağını görüyor. Askeri olanaklarıyla desteklenecek siyasal araçları kullanması gerektiğini biliyor.
Global düzeyde doğrudan bir çatışma olasılığı var. Bu olasılık, hali hazırda, ticari ve sermaye yatırımları anlamında globalleşmeyi kabul etmiş olan Çin’in halen direndiği mali globalleşmeyi de kabul etmesiyle, önemli ölçüde azalabilir. En azından bu olasılık, Çin’in dahil olmayacağı sınırlar içinde kalabilir.
Çin’in böyle bir adım atması, bugüne kadar elde ettiği bütün kazanımları yitirmesi anlamına gelecektir. Dahası, Çin’in uzun sürecek, iyice güçten düşmesine yol açacak, sınıf mücadelesinin sertleşeceği koşullarda, iç toplumsal kargaşaya maruz kalmasına neden olacaktır. Bu koşullarda Çin’e dış müdahale daha kolay hale gelecektir.
Önümüzdeki dört yıllık dönemde, ABD’nin giderek sertleşen, daha doğrudan siyasal, askeri araçlar kullanarak zamanı lehine çevirme hamlelerine tanık olacağız. Önceliğin Rusya ve İran olacağı tahmin edilebilir. Belorusya üzerinde yoğunlaşma artacaktır. Tarihsel-siyasal coğrafya okuması yapılırsa, Ukrayna’nın , Belorusya’ya ; Belorusya’nınsa, Rusya’ya açılan kapı olduğu görülecektir. Belorusya olmadan Rusya’nın kuşatılması tamamlanamaz.
Yine önümüzdeki dört yıllık dönemde, siyasal-ekonomik bir etmen olarak petrolün öneminin göreli olarak azalacağı tahmin edilebilir. O zaman Rusya ekonomisi daha da zorlanacaktır. Bunu ihmal etmemek gerekir. Unutmayalım, Sovyet ekonomisi de, Brejnev döneminin başından itibaren petrolle ilgili yanlış beklentilerden çok zarar görmüştü.
Brejnev-Suslov döneminde, hatta daha da önce, 1961’de, artık komünizm kuruculuğunun resmen başladığının iddia edildiği, 22. parti kongresinden sonra Sovyet ekonomisi fiilen Bukharinci bir çizgiyi benimsemişti. Bu bağlamda, petrol de Sovyet ekonomisi için stratejik bir ürün haline getirilmişti.
20.Kongre’den başlanarak, amiyane tabirle, “pis işler” stratejisiz Hruşçov’a gördürülmüş, 1961’den sonra adım adım ve fiilen yeni bir “utangaç” NEP dönemine girilmişti. Teknokrat Kosigin bu politikanın öne çıkan mimarı olmuştu.
Hruşçov dönemi, sıkça iddia edildiği gibi, bir karşı-devrim değil, restorasyon dönemidir. İktidardan düşürülmesi, restorasyon sürecinin hızı ve kalitesiyle ilgili kaygularla alakalıdır. Onun devrinde, Marksizm-Leninizmin teorik mevzileri terk edilmeye başlanmış olsa da, komünist siyasal anlayış halen fiili olarak geçerliydi.
Brejnev-Suslov dönemi, karşı-devrimci Gorbaçov-Yakovlev-Yeltsin döneminin habercisiydi. Bu dönemlerde SBKP’ye hakim olan siyasal anlayış fiilen komünist değildi. Bununla beraber, Deng dönemi Çin’inin kapitalizme doğru stratejik yöneliminde gördüğümüz programatik netliği, kararlılığı, SSCB’nin söz konusu dönemlerinde göremiyoruz.
Çin’deki söz konusu netliğin en önemli nedeni, ülkenin sosyalizm kuruculuğu konusunda SSCB’den henüz epey geride olmasıydı. Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin yol açtığı karmaşa ve istikrar arayışı içinde Deng yönetimi, ABD liderliği altındaki emperyalizmin büyük teşvik ve desteğini de alarak, bu durumu avantajı haline getirdi.
Geçerken, emperyalist blok için Rusya ve Çin’in komünist ideolojiye sahip olup olmamalarının kendi hegemonik gayeleri bakımından büyük bir anlamı yoktu. Bunu Brzezinski, daha Carter’ın başkanlığı döneminde, açıkça ifade etmiş, kendi bakış açılarının esas olarak jeo-ekonomi-politik içeriğe sahip olduğunu ilave etmişti.
Bugün ne Rusya ne de Çin sosyalisttir. Her ikisi de kapitalist ülkelerdir. Her ikisinde de burjuva toplumu dizayn edilmektedir. Kapitalizm, farklı gelişmişlik düzeyleri içinde uygulansa da, uygulandığı her yerde kapitalizmdir. Bunu unutmamak lazım.
Kapitalist olmalarına rağmen her iki ülkenin emperyalist blok tarafından düşmanlaştırıldığı vak’adır. Uluslararası ilişkilerde uzun süreli tarihsel bakış açısını kaybetmemek , coğrafyayı da ihmal etmemek gerekir. Coğrafya lokal ve global ölçeklerde sınıf savaşlarının alanıdır. Bu yüzden tanım itibarıyla politiktir.
Öte yandan, Çin kapitalizmi söz konusu olduğunda, sanki dünyanın başka her yerinde kapitalizm kriz içindeyken, Çin’in bundan muaf olduğu gibi bir algı yaratılmak isteniyor. Yok böyle bir şey. İçinde bulunduğumuz zamanda, kapitalizmin şu ya da bu ülkedeki krizlerinden değil, sistem olarak kapitalizmin krizinden söz ediyoruz. Kapitalizm ABD ‘de de, Çin’de, başka yerlerde de, nicelik ve tempo farklılıklarına rağmen kriz içindedir.
Kısacası, önümüzdeki dört yıllık başkanlık dönemi sönmekte olan ABD hegemonyası açısından bir dönüm noktası olacak kadar önemlidir. Bu bakımdan yarınki seçimi kapitalist emperyalizm kavramına ihtiyaç duymayan sağ ve sol eğilimleriyle liberal siyasal konum açısından değerlendirmek devrimci sosyalist bir yaklaşım olamaz.
İki partinin seçim toplantılarındaki söylemlerinden çok, dünyadaki jeo-ekonomi-politik gelişmeler içinde, Amerikan “establishment”ının zorunlu, öncelikli taleplerine odaklanmak gerekir.