Son zamanlarda devrimci sosyalistlere de sirayet etmeye başladığını gözlemlediğim çok yanlış bir değerlendirme var. Yer yer Kemal Tahir’in gerici söylemini çağrıştırıyor. Buna göre, halkın büyük bir bölümü akılsız, zeka seviyesi gayet düşük. Ahlaksız, iki yüzlü, avantacı. Hatta lumpen proletarya karakteri taşıyor. Bu yığından bir şey olmaz. Bu akılsız, cahil halkla devrim falan olmaz deniliyor.
Önce şunu söyleyeyim: Devrim en akıl dışı siyasal toplumsal olayların başında gelir. Dolayısıyla büyük çoğunluğu akıllı, akılcı insanlardan oluşan toplumlarda devrim olmaz. Tarihsel devrim coğrafyalarına bakınız. Hepsinde, geri toplumsal ilişkiler içinde yaşayan, kahir ekseriyeti cahil ya da yarı cahil olan, dinselliğin ağır baskısı altında bulunan insanların nüfusun büyük kısmını teşkil ettiğini görürsünüz.
Yani akıllı, akılcı insanların nüfusun ağırlıklı kısmını oluşturduğu, akılcı, esnek toplumsal örgütlenme biçimlerini kurmuş oldukları yerlerde devrim olmuyor. Bütün büyük tarihsel devrimler bu saptamayı ampirik olarak doğrulamıyor mu? En azından bu da bir izah biçimdir.
Olup bitenden halkı sorumlu tutmanın, böylece onu “akıllı, aydın, ahlaklı” olanlarla; “akılsız, cahil, ahlaksız” olanlar şeklinde iki büyük bölüme ayırmanın hangi siyasal çizgi adına yapılıyor olursa olsun, hiç bir olumlu siyasal getirisi olamaz. Sadece bir takım tuzu kurular için tatmin aracı olur. Devrimci, ilerici hareketlerin hevesini kırmak gibi bir rolü olur. Aslında bu anlayış, malum liberal- kültüralist yaklaşımların negatif görünümlerinden birisidir.
Komünistler bu tür toplumsal tasniflere şiddetle karşı çıkarlar. Komünistler toplumları sınıfsal katmanlar halinde görürler. Sınıf öznelerinin geri konumlarını da yine sınıf konumuyla, sınıf ilişkileriyle açıklarlar. Emekçiler sınıfı için geri konumlardan kurtuluşun da ancak devrimci bir çaba ve kamusalcı bir toplumsal dönüşümle mümkün olabileceğini belirtirler.
Ekim Devrimi öncesinde ve sırasında Rusya halklarının yüzde 97’si okur yazar değildi. Cahildi. Ağır dinsel baskılar altında sorunlarının kaynağını ve çıkış yolunu doğru şekilde değerlendirebilecekleri kapasiteye sahip değillerdi. Nüfusun geniş kesimleri içinde ahlaki çöküş (dinin ağırlığının da katkısıyla) bir vak’a idi. Bu geniş kitleler her türlü akılcı toplumsal organizasyon olanağının, hava supaplarının ortadan kaldırıldığı, katı, baskıcı, adaletsiz bir rejimin taşıyıcıları haline getirilmişlerdi. O kadar ki, kendilerine ateş edilmesi için emir veren Çar’ın fotoğrafı önünde dahi yerlere eğiliyorlardı.
Sosyal bakımdan ne denli kötürüm olduğu malum olan Kemalist devrim bile miras aldığı son derecede geri toplumsal yapılara, zihniyete rağmen cumhuriyetin ilanını izleyen beş on yıl içinde ne kadar mesafe kat etmişti.
Bu örnekleri Çin’le, Küba’yla, Vietnam’la çoğaltmak mümkündür. Burada dikkat çekilecek nokta bu örneklerin hepsinde söz konusu geri yapıların, zihniyetin sosyalist ya da demokratik devrimci araçlar sayesinde tasfiye edilebilmiş olduğudur.
Devrimci sosyalistler olarak görevimiz halkların kendilerini sınıfsallık esasında akıl yürüten, sınıf mücadelesine dayanan bir siyasal metodolojiden hareket eden bütünlükler olarak görmelerini sağlamaktır. Onları kendileri için tek gerçek ve siyasal olarak anlamlı toplumsal bölünmenin ancak sınıf esasında olabileceğine ikna etmektir.
Tabii bunun için önce kendi kendimizi ikna etmeliyiz. Öncelikle söz konusu metodu kendimiz benimsemeliyiz. Lafla değil, uygulamayla. Şimdi okuyoruz, görüyoruz. Solun geniş bir kesiminde yine Kürt ve Alevi sorunu etrafında siyasal birliklerden, cephelerden söz ediliyor.
Daha doğrusu, sol örgütler kitleselleşme ihtiyaçlarını bu şekilde kolayca temin etmenin hesabını yapmaya devam ediyorlar. Şeklen ulusal sorun olarak nitelendirebileceğimiz bir sorundan da muzdarip olan Kürt ve Alevi kitleleri söz konusu ulusal sorunların temel sorunlar olduklarını öne sürerek yanlarına çekmeye çalışıyorlar. Bir yanda Kürtler ve Aleviler; diğer yanda Kürt ve Alevi olmayanlar algısına hizmet edebilecek bu yaklaşımı kabul edemeyiz.
Devrimci sosyalist hareket bir Kürt ve Alevi hareketi değildir. Olamaz. Hiç bir etnisiteye ve dinsel gruba imtiyaz atfetmez. Biz sınıf hareketiyiz. İçerdiği öznelerin etnik kökeni, dini, ırkı ne olursa olsun biz emekçiler sınıfı adına hareket ederiz. Onların şeklen ulusal olan sorunlarına elbette kayıtsız kalmayız, ancak o sorunların siyasal olarak hareketimizi belirlemesine de izin veremeyiz.
Kürt halkının haklı talepleri değil ama işbirlikçi Kürt siyaseti Türkiye devrimci sol hareketine çok zararlar vermiştir. Devrimci sol hareketi etnik bir sorunun arabasına koşturmuş, Türkiye nüfusundan koparmıştır. Kürt bundizmi neredeyse bütün demokratik kitle platformlarını kat etmiştir. Bundizm işçi hareketinin ölümcül bir düşmanıdır.
Öte yandan, işbirlikçi Kürt ulusalcılığı, cumhuriyetin en başından itibaren hakim ideoloji olan işbirlikçi Türk-İslam milliyetçi ideolojisini azdırmıştır. Emekçi kitleleri, gençlik hareketlerini Türk-İslam milliyetçiliğinin ve onun bir varyantı gibi işleyen “ulusalcı” tabir edilen sol tandanslı popülist milliyetçiliğin manipülasyonlarına açık hale getirmiştir.
Aynı şekilde, yine kitleselleşme gayesiyle, solun diğer bir kesiminin Atatürkçülük edebiyatına başvuruyor olması da kabul edilemez. Atatürk cumhuriyeti Osmanlı monarşisine karşı büyük bir demokratik adımdı. Ömrünü tamamlamış feodal otokrasi yerine bir burjuva cumhuriyeti kurulmuştu. Değerli bir ilerici atılımdır. Ancak bir komünistin çıkıp “Atatürk seni çok özledik” mealinde laflar etmesini de anlayamayız. Kabul edemeyiz.
Sosyalist bloğun çöküşünden sonra burjuva tarih yazıcılarının, bazı vak’alarda, sol eğilimli görünerek tarihi revize ettiklerini görüyoruz. Daha doğrusu zaten var olan bir eğilime ivme kazandırmaya çalıştıklarına tanık oluyoruz. Bu bizde de oluyor.
TKP tarihi anlatılırken mesela, onun meşruti monarşist İttihat ve Terakki’nin bir uzantısı ya da devamı olduğu ima ediliyor. Böyle bir tarihsel revizyonu kabul edemeyiz. TKP kurucularının bir kısmının siyasal hayatlarının bir evresinde İttihatçı hareketin içinde bulunmuş olmaları böyle bir sonuç çıkartılmasını meşrulaştırmaz. İttihatçılığın başlangıçta otokrasi muhalifleri için bir tür çatı partisi ya da hareketi işlevi görmüş olduğu malumdur.
Bu tür siyasal vak’aların örnekleri çoktur. Mesela Rusya’da, RSDİP de işin başlarında benzer bir rol oynamıştı. Bir başka örnek bizdeki ilk TİP deneyimidir.
Buradan hareketle sonradan komünist harekete dahil olan özneleri, “bunlar vaktiyle İttihatçıydı diyerek” komünist hareketi onun devamı gibi göstermek açık bir revizyonist yaklaşımdır. Bırakınız komünistleri, benzer bir mantığı Kemalistler için dahi yürütemezsiniz. İttihatçılığı şöyle dursun, 1919 Mayıs öncesinin meşruti monarşi içinde kendisine yer arayan Mustafa Kemal’i ile 19 Mayıs sonrası Kemal Atatürk’ü siyasal olarak aynı kefeye koyamazsınız. 19 Mayıs’tan itibaren siyasal geçmişinden kopmuş burjuva cumhuriyetçi Atatürk devreye giriyor.
Aynı revizyon çabasını birinci TİP tarihi konusunda da görüyoruz. TİP’in “özgürlükçü Kürtler” ve “eşitlikçi Aleviler” in de hareketi olduğu algısı yaratılmak isteniyor. Kaş yapayım derken göz çıkarmamak lazım. Bunlara gerek yok. Bu yoldan kitleselleşme çabası sağlıklı değil.
Şimdi bakınız, leninist bir öncü çekirdeğe, partiye şiddetle ihtiyaç var. En öncelikli siyasal hedef bu çekirdeğin oluşturulmasıdır. Böyle bir parti kitleselleşmekten partiye üye kaydetmeyi anlamaz. Toplu üye kabul törenleri düzenleyip, yeni üyelere rozet takma ayinleri gerçekleştirmez.
Parti sadece bir program ve tüzük sorununa da indirgenemez. Parti merkezi bir önderlik etrafındaki örgütsel ve ideolojik birliği ve bağlarıyla, birleşik taktikleriyle tanımlanır. Bunlar bilinen şeyler.
Yine leninizmin bize öğretmiş olduğu gibi, parti kitleden değil, öncü savaşçılardan oluşur. Öncüyle kitleleri birbirine karıştırmamak gerekir. Parti derken her şeyden önce bir nicelikten değil, bir nitelikten söz ediyoruz. Öyle değil mi? Partilerde üye kayıt masaları oluşturmak, bu başarılı olduğunda, çok geçmeden partinin kitle içinde erimesine yol açacaktır. Böylece parti kitlelerin eğilimine göre yön tayin eder hale gelecektir. Öncülük yeteneği körelip, yok olacaktır. “Avrupa komünizmi” deneyimini unutmayalım.
Leninist partinin hedefi, geniş kitleleri üye kaydedip, partiyi kuru bir insan kalabalığı haline getirerek öncülükten feragat etmek değil, öncülükte ısrar edip geniş kitleleri yönlendirebilmektir. Esas olan ne miktarda üyenizin olduğu değil, ne miktarda kitleyi yönlendirmekte olduğunuzdur.
Öyleyse kitleyi örgütlemekten vazgeçip, kitle içinde örgütlenmeye bakalım. Leninist yöntem bunu gerektiriyor. Bu bakımdan odaklanılması gereken konu, sınıf ve kitle örgütleri içinde örgütlenmek, buralarda yer alan kitleleri yönlendirme kapasitesine sahip olmaktır.
Sabırlı olmak, sabırla çalışmak lazım. Kolaycılık devrimci bir tavır değil. Hem geç emperyalizme has bir ideolojik söylem olan liberal, relativist kültüralizme karşı çıkıyoruz. Hem de kitleselleşme gayesiyle etnik, mezhepsel mesajlar veriyoruz. Olmuyor.