Türkiye’nin burjuva devleti 2007’den beri seçimleri doğru düzgün, yani kendi koyduğu kurallara uygun olarak yapamıyor. Kasıtlı olarak yaptırmıyor. Artık kendi ilkelerine, kurallarına uyarak yönetmesinin kabil olmadığını görüyor.
Zaten dünyanın bir çok ülkesinde, en başta da, en gelişmiş kapitalist ülkelerde yurttaşlar seçimin bir düzen oyunu olduğunu görmüşler, oy kullanmaya dahi gitmiyorlar.
Bugün dünyanın hemen her yerinde, nüfuslarını sürekli olarak gözetleyen, “güçlendirilmiş yürütme” mekanizması marifetiyle işleyen olağanüstü hal rejimleri, güvenlik devletleri iş başında.Genel bir teyakkuz hali var. Soğuk savaş yıllarında, en gelişmiş burjuva devletleri bizatihi, bu gibi durumlarda, “totalitaryanizm” sakızını çiğnerlerdi.
Yönetmeye çalıştıkları (sadece işçi sınıfı değil) geniş nüfuslar nezdinde meşruiyetlerini yitirmiş burjuva düzenlerinin, soğuk savaş yıllarında olduğu gibi, burjuva demokrasisini parlatarak yola devam etmeleri mümkün görünmüyor. Nitekim, aşağı yukarı son yirmi yıldan beri bu “zorunlu” demokratik rejimlerin boyalarının akmaya başladığına tanık oluyoruz. Yani özlerine dönüyorlar.
Türkiye’deki versiyonuyla “güçlendirilmiş yürütme” paralel bir güvenlik devleti tarafından arkalanan otokratik bir rejime dönüştü. Özerk ve eşgüdümlü kurumlar ve kurallar organizasyonu olarak bildiğimiz devlet fiilen tasfiye edildi. İşlemiyor. Bu bağlamda mesela, artık bir YSK’dan da söz etmek kabil değildir.
Şu son İstanbul seçimleri söz konusu olduğunda, karar mercii YSK değildir, Erdoğan ve dayandığı iktidar bloğudur. YSK ancak onların kararını ilan edebilir. Devletin görünürdeki kurumsal varlığının genel olarak artık böyle bir işlevselliği söz konusudur. Bunu net olarak görmek gerekir. Bu bakımdan, YSK’ya yönelik olarak yapılan hukuk, adalet çağrıları anlamsızdır. Devrimcilerin bu tuzağa düşmemesi gerekir.
Şimdiye kadar seçimleri kazanmış CHP’den seçimin yenilenmesi halinde, seçime katılmayacaklarına dair bir açıklama duymadık. İktidar bloğuna açıkça böyle bir mesaj verilmedi. Oysa protesto yönünde kararlı bir tavır, iktidarın yapacağı hamle üzerinde etkili olabilirdi. Şu ana kadar böyle bir tavra dair izlenim edinmedik.
Tahlihsizlik, sol devrimci güçlerin de, bu seçim iptali tartışması başladığı andan itibaren bir protesto kampanyası yürütmemiş olmasıdır. Solun böyle bir kampanyası muhalif kitleler ve iktidar bloğu üzerinde etki yaratacaktı. Olmadı. İktidara, iktidar eylemenin tek taraflı bir iş olmadığını hatırlatmak gerekirdi. Gelgelelim, sol da, bu “demokrasi”, “hukuk” oyununa kendisini kaptırmış görünüyor.
Bakınız, eğer iktidar seçimleri iptal ederse, şu ana kadar verilen izlenim doğrultusunda, “millet ittifakı” da yeni seçime katılma kararı alırsa, seçimden tekrar AKP’nin çıkması çok güçlü bir olasılık olacaktır. İktidar kaybedeceğini bile bile yeni bir seçime girmek istemeyecektir. Minareyi çalan kılıfını da uyduracaktır.
AKP düzeni bugüne kadar sadece dış koşulların kendisine yarattığı hareket alanı sayesinde ayakta durmadı. İçeride, kendi hareket alanını sınırlayan karşı-iktidar hareketiyle, karşı-iktidar hamleleriyle rahatsız edilmedi. Düzen içindeki bütün olası iktidar odaklarını uysallaştırdı. Siyasetine hizmet eder hale getirdi.
YSK’ya, “hukuk” adına, bu kadar bel bağladığı koşulda dahi muhalefet, “protesto” kartını kullanarak onu etkilemeyi düşünmedi. Böylece kendi anlayışı içinde dahi tutarlı bir muhalif tavır sergilememiş oldu.
Yine de geç kalınmış değil. İktidarın olası bir iptal kararına protestoyla yanıt vermek, başta devrimciler olmak üzere bütün muhalifler için “allahın lütfu” olarak görülebilecek siyasal olanaklar yaratacaktır.