Böyle olmaz

Tayyip Erdoğan’ın gayrimeşru faşist rejimi rutin “CHP mitingleri” yle değil, kararlı direnişlerle geriletilebilir.

AKP yönetimine karşı ilk kitlesel toplumsal itiraz çok ağırlıklı olarak  CHP seçmenlerinin katılımıyla, Bayrak Mitingleri sırasında gerçekleşmişti. Bu söz konusu mitingler CHP’ye yakın bazı dernekler tarafından organize edilmişti. Bununla birlikte mitingler, CHP’nin kontrolünde ve yönetiminde değildi. Kitlesi bilindik (sağ ve sol eğilimleriyle)  Kemalist  ideolojik formasyonunun taşıyıcılarıydı.

Gezi direnişleri sırasında da yine ağırlıklı olarak bu ve benzeri siyasal, ideolojik eğilimlere sahip kitleler sahnedeydiler. Bu bakımdan Bayrak Mitingleri ve Gezi direnişleri arasında bir süreklilik tespit etmek meşrudur.

Ancak bu kez, ağırlıklı olarak yine CHP seçmenlerinin oluşturduğu direnişçilerin, önceki mitinglere göre CHP ve onunla şu ya da bu derecede ilişkili dernek ve kuruluşlarla mesafesi sola doğru hayli açılmıştı. Bu halin en spektaküler ifadesi, Taksim’e gelişinde Kılıçdaroğlu’nun  kitleler tarafından kaale alınmayarak alana yabancılaştırılmasıydı.

Gezi kitlesi,  çoğu kapitalizmi sorun olarak gören, çoğunluğu itibariyle sosyalist olmasa da, sosyalist anlayışla bir sorunu olmayan kişilerden oluşuyordu. Kahir ekseriyetinin ortak paydası, tartışma götürmez biçimde,  laik ve demokratik cumhuriyetti. Parti olarak CHP, CHP liderliği dışlanmıştı. Seçmenleri inisiyatif alarak partilerini saha dışına itmişlerdi.

O sıralarda, Kürt siyaseti,  AKP rejimiyle flörtü devam ettiği için rejim lehine meydanlarda fren işlevi görmek için oradaymış gibi davranıyordu. Bununla birlikte çok sayıda Kürt yurttaş, partilerine rağmen direniş alanındaydı. Ancak onların da direnişin ana gövdesini oluşturan kitlenin  rejimin yıkılması talebine itirazları vardı. Hükümetin istifasını, rejimin yıkılmasını talep etmiyorlardı. Nitekim, Gezi’nin bastırılmasından sonra Öcalan, Tayyip Erdoğan’a, ” seni Gezi’de biz kurtardık” mealinde bir şey söylemişti.

Aslında bu o zaman henüz oturtulmakta olan rejimin böl-yönet taktiğinin başarılı bir şekilde uygulanması anlamına geliyordu. Kürt siyaseti AKP rejimi saflarına dahil olunca, zaten önderlikten yoksun olan ama ağırlıklı olarak demokratik, eşitlikçi sol değerlerle bir sorunu olmayan geniş direnişçi kitle daha kolay etkisizleştirildi.

Yapılan ilk seçimde bu kitlenin siyasal kontrolü yeniden, sokağa çıkan yolları kapatma misyonu yüklenmiş, CHP’ ye verildi.

Bir kaç yıl sonra da 7-8 bin kişinin hayatına mal olan, on binlerce insanın yerini yurdunu terk etmesine yol açan “hendek savaşları” ile Kürt siyaseti geri püskürtüldü.

Tanık olduğumuz bu son halk hareketi rejime karşı yurt çapında ortaya çıkan üçüncü kitlesel direniş oluyor. Ancak bu kez, öncekilerine göre, bazı farklılıklar taşıyor.

Bugünkü direnişler, derhal CHP tarafından kontrol altına alınmak istenmiş, büyük ölçüde bunda da başarılı olunmuştur. Direniş, Saraçhane Meydanı’nda “darbeci” olarak ilan edilmiş rejimin belirlediği sınırlar içinde gayri meşru rejimin meşruiyetini onaylayan ve onaylatmak isteyen “gaz alma mitingleri” olarak rejimin açtığı dar alan içinde eritilmek istenmektedir.

Gezi sırasında belediyelerin çoğu AKP’nin elindeydi. Şimdi CHP’nin elindedir. Ancak bu olanak direnişi genişletip, güçlendirecek surette kullanılmamaktadır. 15 Temmuz’da AKP, “darbe var” diyerek, belediye olanaklarıyla binlerce kişiyi seferber etmişti. Bugünse, Saraçhane Meydanı’nın doğru düzgün bir ses düzeni, kablolu internet ağı dahi yok.

Katılımcıların büyük çoğunluğu yine CHP seçmenidir. Bu da anlaşılır bir şeydir. Çünkü bu ülkenin tarihsel olarak demokratik eğitimi ve duyarlılığı en yüksek kesimi sosyalist sol ve CHP kitlesidir.

Gelgelelim, Gezi’den bu yana CHP seçmeni olan kitlenin, özellikle de çoğunluğu genç olanlarının  Türkçü, laik bir milliyetçiliğin etkisine girdiği, soldan uzaklaştığı gözlemleniyor. Bu kesimin slogan ve pankartları bu eğilimi net olarak yansıtıyor. Yani bugünkü CHP kitlesi, önceki kitlesel eylemlerin kitlesine göre sağa savrulmuş, sol siyasetle mesafeleri anlamlı derecede açılmıştır.

Dört akşam katıldığım Saraçhane mitinglerindeki ilk gözlemim bu oldu. Gezi’deki sol coşkuyu göremedim.

Bu duruma yol açan dünya çapında ve ulusal düzeyde nedenler var. Dünyada genel olarak ırkçı, yabancı düşmanı  vurguları olan bir sağcılık epey bir zamandan beri  yükseliştedir.

Türkiye’de Kürt sorununun, her ikisi de emperyalizme tutunan,  milliyetçi Kürt siyaseti ve  milliyetçi Türk siyaseti tarafından istismarı hem Türkler hem de Kürtler arasında birbirlerine karşı anti-demokratik, şoven duyguların güçlenmesine katkı yapmıştır.

Bu durumu bir kez daha net olarak geçtiğimiz pazar günü gündüz Yenikapı Alanı’nda; akşam, Saraçhane Meydanı’nda gözlemledik. Son derece ciddi, karşılıklı restleşmeyi, inkârı açık eden bir yarılma söz konusudur.

Öte yandan, rejimin bu darbesinden önce yeni bir “Kürt açılımı” girişimiyle Kürt siyasetinin darbeye karşı direnişe katılma olasılığını dramatik olarak azalttığı, Gezi’de olduğu gibi, Kürt siyasetini izole ettiği görülmektedir.

Gezi öncesinde AKP’nin o zaman ki koalisyon ortağı olan Gülen Cemaati ile birlikte polisi ve adliyeyi devreye sokarak gerçekleştirdiğine benzer hukuksuz uygulamalara tanık oluyoruz.

Erdoğan burada durmayacak. Devam edecektir. Darbe sona ermemiştir. Erdoğan gayri meşru kayyım atamalarına devam edecektir. İstanbul’dan vazgeçmeyecektir. CHP içinde Truva Atları oluşturarak partiyi bölmeyi deneyecektir.

Tabii diğer yandan da Kürt kitlelere havuç uzatmayı sürdürecektir. Onların yükselen rejim karşıtı dalgaya dahil olmamaları için çaba harcayacaktır.

Erdoğan mitinglerle geriletemez. Direnişle, Kürt ve Türk demokratlarının, devrimcilerinin kararlılığıyla geriletilebilir. Sağdan değil, soldan çıkılabilir.

Aksi halde, Erdoğan bölerek yönetmeye devam edecektir. Bugün bu kitlesel direnişleri bastırdıktan sonra, sırası geldiğinde, Kürtleri bir kez daha bastıracaktır.

CHP, geçmişte HDP’lilerin Meclis’ten atılmasına, belediyelerine kayyım atanmasına destek vermişti.  Şimdi sıra onlara geldi. HDP Gezi’de Erdoğan’ın yanında durdu. Sonrasında Erdoğan döndü, onu vurdu. Bu işler böyle oluyor.

Sonuç olarak, demokratik Türk ve Kürt siyasetleri arasındaki, Erdoğan lehine işlev gören,  yarık kapatılmadıkça, rejimin gayri meşruluğu ilan edilmedikçe, Erdoğan’ın gitmesi biraz daha zaman alacak gibi görünüyor.

 

 

 

 

Erdoğan sonuna kadar gitmek zorunda

Öncelikle olgulara adlarıyla hitap etmek gerekiyor.

Kapitalizmin içsel dinamiklerinden kaynaklanan düşük ücret kapitalizmi ve onu sürdürebilmek için ihtiyaç duyulan  gözetim devleti 90’lı yıllarda, iki kutuplu dünya düzeninin sona ermesi, eski sosyalist ülkelerin ve onlara yakın çoğu 3.Dünya ülkesinin yağmalanarak kapitalist sisteme entegre edilmesi, büyük bilimsel-teknolojik ilerlemeler, toplumsal politikaların devre dışı bırakılması, emek gücünün demokratik  haklarının budanması vb gibi gelişmeler sayesinde global çapta işler kılınabildi. Bugün bu dinamiğin işlediği hemen her yerde bir yönetim ve meşruiyet krizi olduğu vakadır.

Bu yönetememe halinin artık olağan devlet biçimlerinin sunduğu araçlarla üstesinden gelinemediği de bir vakadır. Yeni yüksek teknolojik olanaklarla takviye edilmiş gözetim devleti yetersiz kalınca giderek yaygınlaşan bir siyasal eğilim olarak sınıfsal içeriği itibariyle klasik faşizmlerden farklı olmayan ama devlet biçimi bağlamında farklı, “popülist” ya da “neo-faşist” olarak ifade edilebilecek  rejimler ortaya çıkmıştır. Çıkmaktadır.

Bu rejimler liberal demokratik devlet biçimini, yani anayasal formu, güçler ayrılığı ilkesini, özerk anayasal kurumları, yerel ve ulusal parlamentoları, demokratik hakları, klasik faşizm örneklerinde olduğu gibi (mesela, Nazi Almayası, Mussolini İtalyası, Franko İspanyası, Salazar Portekiz’i, ve bir çok başka L.Amerika ve Doğu Asya faşizmleri, bizde 12 Mart ve 12 Eylül dönemi) ortadan kaldırmıyor, veyahut  belli veya belirsiz bir süre için askıya almıyorlar.

“Popülist” veya “neofaşist” rejimler, liberal devletin formel yapısını tasfiye etmiyorlar. Tersine, içlerini, içeriklerini boşaltarak muhafaza ediyorlar. Anayasal demokratik hakları, olanak bulduklarında kısıtlasalar da, fazla dert edinmiyorlar. Hukuksal yorumlar ve/veya “olağanüstü koşullar ” gerekçesiyle uygulamıyorlar.

Liberal devlet, tanım itibariyle kamucu cumhuriyet formu kurumlarıyla birlikte şeklen varlıklarını sürdürüyorlar, ancak içleri boşaltılmış olarak.

Emperyalist hegemonya sisteminin sönmeye yüz tuttuğu günümüz koşullarında, 90’lı yıllardan itibaren yerleşen düşük ücret kapitalizmi ve gözetim devleti faşist bir karakter kazanarak globalleşiyor.

Türkiye’de bugünkü rejim, sözünü ettiğim anlamda, “popülist” veya “neofaşist”tir. Bunun adını net olarak koyalım. Faşizm tespiti, esas olarak,  onun brütalizminden, ideolojik söyleminden ya da estetiğinden hareketle yapılamaz.

Emperyalist sermayenin girdiği çok boyutlu kriz koşullarında (bugün bu artık bir hegemonya krizi görünümündedir), olağan liberal devlet biçimiyle yönetmesi olanaklı değildir. Ancak onu bu aşamada topyekun tasfiye etmek de ussal değildir. Halk sınıflarıyla faşist devlet arasında, yönetici sınıfın kendi içinde, devlette ve devletin yer aldığı dış bağlamında kurulu suni dengenin bozulmasına katkı yapabileceği için siyaseten riskli, maliyetlidir.

Bu noktada devlet, bilimsel-teknolojik ilerlemelerin en çok ivme kazandığı, herkesin kolaylıkla sahip ve dahil olabildiği, bilişsel ve iletişimsel araç ve platformları kontrol edip, kullanarak,  bu arada,  şaibeli oylama yöntemlerine de sık sık başvurarak,  sanal bir liberal demokratik ortam yaratıyor.

Türkiye’deki bu popülist devletin siyasal sınıfsal içeriği faşizmdir. Önce bunu görelim. Bu koşullarda, onun içini boşaltmış olduğu kurum ve kurallardan medet ummak onun meşrulaştırılması anlamına gelecektir.

Bu devleti çekip çevirenlerin “varmış” gibi davranması karşısında bizim de aynı şekilde “varmış” gibi hareket etmemiz, demokratik çıkışımızı iyice güçleştirir.

Anayasa Mahkemesi’nin AKP’li başkanı bile Erdoğan’ın bir çok kararname ve uygulamasının anayasal geçerliliğinin olmadığını açıkça ilan etmiştir. “Atı alan Üsküdar’ı geçti” referandumu, anayasal darbedir. Yok hükmündedir. Erdoğan ve rejimi gayrimeşrudur.

Erdoğan’ın yarattığı sanal ortamın ya da koşulların girdabına kapılarak, hiçbir siyasal demokratik kazanım elde edilemez. Tam tersi gerçekleşir. Doğru siyaset onu ve rejimini inkâr etmek, dışında kalarak cepheden karşılamak, taarruz etmektir. Yoksa, o sizi içinizden kat etme olanaklarına erişir. İçerden nötralize eder, izole eder, böler.

Örnek olsun diye Kürt siyasetiyle yapılan şu son “antlaşma” ya bakalım. Antlaşmanın bir tarafı sık sık antlaşmanın koşullarının olmadığını, kayıtsız- koşulsuz olduğunu; diğer taraf,  antlaşmanın içeriğini kavrayamadığını beyan ediyor. Koşulları olmayan bir antlaşma olur mu? O zaman antlaşma olmaz. (1)

Onun stratejik aklı karşısına stratejik bir akılla çıkmak elzemdir. Stratejik düşünmemiz lazım. O sizi sürekli gayri meşrulaştırmaya çalışıyor. Siz ise onun size dayattığı oyunu ve araçlarını benimseyip, onun hep meşru zeminde görünmesine katkı yapıyorsunuz. Oysa, onu gayri meşrulaştırmanız gerekiyor.

Öte yandan, şu iyimser TÜSİAD muhabbetlerini de bırakmak lazım. Özellikle de bugünkü hegemonik kriz koşullarında, bu krizin aşılmasına yararı olmayacak, tersine zararı olacak hiçbir girişim, hiçbir siyasal talep emperyalist hegemonik akıl tarafından kaale alınmaz.

Emperyalistlerarası çıkar çatışmaları, emperyalistlerarası savaşlar neden var, neden vardı? Bugün ABD hegemonyası, NATO’nun, Avrupa’nın üzerini çizebileceğini ima ediyor. Vasallarını tehdit ediyor. Ayak bağı olursa, TÜSİAD’a mı takılacak? Aslolan, genel olarak sistemin çıkarlarıdır. Sonra, geçmişte faşizmler sermaye sınıfının ayak bağı olan fraksiyonlarının üzerlerini çizmediler mi?

Erdoğan bütün bu son hamlelerini ABD’nin belki tam olarak onayı olmasa da, bilgisi dahilinde yapmıştır. Bundan kuşku duymamak gerekir. Erdoğan’a ayar vermek için yaptırılan 15 Temmuz darbesini, ne “demokratik” ABD ve ne de “demokratik” Avrupa kınamışlardı. Bugün, İmamoğlu’na yapılan da görmezden geliniyor.

Eğer sokaklar  kararlı davranırsa ve  giriştiği işi sürdürmekten başka seçeneği olmayan Erdoğan kontrolü sağlayamazsa, hiç kuşkunuz olmasın, üzeri çizilecektir.

Esad diyordu ki:  “ABD’nin dostları olmaz, uyduları olur”. Vaktiyle, Kissinger bu gerçeği daha veciz bir şekilde dile getirmişti: Amerika’nın düşmanı olmak tehlikelidir; ama onun dostu  olmak da ölümcüldür”.

Özcesi, biraz gecikmiş Erdoğan’ın  ayakta durmak için hamlesini sürdürmesi gerekiyor.

Direnişe gelince, kararlı bir önderlik altında, rejimin  malum meşruiyet ağına takılmadığında başarıya ulaşabilir.  Yine de, muhalefet Erdoğan karşında çok değerli bir olanak elde etmiştir.

NOTLAR:

1) İmamoğlu’na ve CHP’ye yönelik operasyonun öncesinde yeni Kürt açılımı denilen sürecin başlatılmış olması tesadüf değildir. Böylece kendi özel gündemlerine odaklanmış Kürtlerin muhalif potansiyelinin bu operasyon dolayısıyla oluşacak toplumsal tepkilerden izole edilmesi olanaklı olabilecekti.

Benzer bir gelişme Gezi sırasında da gerçekleşmişti. Bu son olaya Kürt siyasetinin vereceği tepkinin  kararlılığı Kürt siyasetinin demokratikleşme mücadelesindeki samimiyetinin de test edilmesi anlamına gelecektir.

CHP, gaz almaya devam

CHP yönetiminin yaşanan gelişmeler karşısında hiç bir siyasal planı yok.

CHP, AKP rejiminin oturmaya başladığı 2007 yılından bugüne kadar bu rejimin selameti bakımından gereken katkıyı yapmıştır.

AKP rejimi, 2016’daki askeri darbe girişimi sonrasında gerçekleştirdiği sivil darbeden itibaren faşist rejime doğru evrileceğinin işaretlerini veriyordu. Önce 2017’de bunun anayasal çerçevesi hazırlandı. Yani bir anayasal darbe gerçekleştirildi.

2017 darbe anayasasının çerçevesi faşizm tesisi sürecinde daha öte adımlar atılması önünde engel oluşturduğunda, darbe anayasasına karşı bir tür darbe yapıldı. Yani anayasa işe yaradığı kadarıyla kaale alındı. Böylece artık Türkiye’de bir anayasal rejim olmadığı fiilen ilan edilmiş oldu.

Bütün bu süreç boyunca olası toplumsal tepkiler ve kırılmalara karşı CHP bir tür paratoner işlevi görecek şekilde yönlendirildi. Muhalefetin gazını alma görevini üstlendi. Bugün de aynı şekilde çalışmaya devam ediyor.

Biraz siyasal gelişmeleri izleyen herkes 31 Mart’tan sonraki gelişmelere bakarak, bugünlere geleceğimizi kolayca tahmin edebiliyordu. CHP de bunun farkındaydı. Ancak bu gidişatı durdurmak için harekete geçmek şöyle dursun, rejimin elini daha da güçlendirmek, onun daha rahat hareket edebileceği  alanı açmak için ne gerekiyorsa yaptı.

Siz hiç (2007’den beri tertiplediği hileli şeçimler şöyle dursun) anayasal dayanağı olmayan gayri meşru bir iktidar karşısında seçim zaferi elde ettikten sonra bu aynı iktidara  “gel seninle yumuşayalım” diyen zafer kazanmış bir muhalefet partisi gördünüz mü? Böyle durumlarda bu tür çağrılar seçimi kaybetmiş iktidarlardan gelebilir. Bizde tam tersi.

Biliyoruz, siyaset düşmanlaşmak, düşmanlar yaratmak demektir. Tayyip Erdoğan nasıl iktidar oldu, iktidarını halen nasıl sürdürüyor?

 

Bugün, buradan CHP yönetiminin inisiyatifiyle bir direniş beklememek gerekir. CHP, bugünkü gelişmenin habercisi olan daha önceki vakalardan sonra da görüldüğü gibi, gaz alma misyonunu hakkını vererek yerine getirmektedir.

Bu arada, kendisini siyasal olarak tüketmiş İYİP’in faşist başkanı bu son olayı siyaseten yeniden sıçrama yapmak için fırsata çevirmek amacıyla acilen soluğu Saraçhane’de almış, Özgür Özel ile birlikte yeni bir “Kılıçdaroğlu-Akşener”  muhalefetinin temellerini atmak doğrultusunda durumdan vazife çıkarmıştır.

Öte yandan, İmamoğlu’nun yedeği rolü verilen Mansur Yavaş’ın tam da top ayağına gelmişken sahadan çekilme kararı aldığı izlenimi ediniliyor. Korkmuş olabilir. Açıklamalarından böyle bir izlenim edindim. Bu izlenimim gerçekse, Erdoğan’ın bir taşla iki kuş vurduğunu söylememiz gerekir.

Böyle bir durumda, İmamoğlu’nun olası hamlelerini henüz bilemiyoruz ama Özel-Dervişoğlu formülü devreye sokulmak istenebilir. Tabii bunun anlamı, Erdoğan’la yola devamdır.

İmamoğlu geç kaldı. 31 Mart seçimlerinin sonucunu iyi okuyamadı. Partisinin yönetimine çok bel bağladı. Aylarca önceden Erdoğan’ın karşısına dikilseydi, partisinin önüne geçer, parti yönetiminin boşa düşmesini sağlayabilirdi.

Bundan sonra bunu yapabilir mi? Kolay olmayacak. Partisinden kopmadan onun bir adım önünde, yani parti yönetimini fiilen etkisizleştirerek, kitleyle doğrudan iletişim kurarak belki başarabilir. Ancak parti yönetimine dayanarak başarılı olması olanaklı görünmüyor.

Bakınız, siyasette her zaman kendi içinize göz kulak olmanız gerekir. Karşınızdakini, yani cepheden saldıranı şu ya da bu şekilde, geriletilseniz de, yenilseniz de, toparlanıp alt edebilirsiniz. Bütün büyük siyasal yıkımlar içeriden kaynaklanır. Yani “dahildeki bedbahtlarınızı” ihmal etmeyeceksiniz.

CHP ötesindeki sola gelince, bildiğimiz gibi. Büyükçe bir kısmı, hiç bir zaman bir Türkiye partisi olamamış, reel olarak öyle bir talebi de olmayan, Türkiye’den kopmuş, Türkiye’deki faşist rejime, onun emperyalist-siyonist dış bağlamına sıkı sıkıya tutunmuş DEM Parti’den medet umuyor. Ona tutunuyor.

Diğer bir kısmı, hep yaptığı gibi, “gelin örgütlenim” diyor. Ne suya ne sabuna dokunmayı, teorik doğruları işaret ederek  “siyaseten temiz kalma” yı tercih ediyor.

Bu koşullarda, tek umut olarak, halk sınıflarının direnme refleksinin devreye gireceğine inanmamız gerekiyor. Halkları hesaba katmayan, halk sınıflarının direnme kapasitesini ve gücünü hesaba  katmayanlar yenilecek. Trump da bu yüzden başarılı olamayacak.

 

Darbe

Ülkemizde dün itibariyle gerçekleştirilmiş bir siyasal darbe var. AKP rejimi bir süreden beri faşizme dönüşmüştü. Artık klasik faşizmleri beklemeyelim. Yeni faşizmler klasik faşizmler gibi hukuksal liberal devleti tasfiye etmiyorlar. İçeriğini boşaltıyorlar. Türkiye’de de olan budur. Emperyalist sermayenin bugünkü koşullarda bilindik liberal devletle işleri çekip çevirmesi, yönetmesi olanaklı değildir. Siyasal alanı hep daha fazla daraltmak zorundadır.

Bu hamleye bilindik, yani liberal demokratik koşullarda izlenmesi kabul edilebilir olan siyasetle, siyasal araçlarla yanıt verilemez.

Türkiye 2016 yazındaki darbeler sonrasında bu faşizm tesisi sürecini ilerletti. 2017 referandumuyla yeni rejimin hukuksal kılıfını hazırladı. Yenikapı’da spektaküler olarak başlatılan bir hamleyle muhalefeti bir kez daha kendi yanında hizaladı.

Biraz sonra kullanıla kullanıla aşındırılmış işbirlikçi CHP liderliğinde devir teslim işlemi gerçekleştirilerek yeni liderlik tayin edildi. Ancak halk sınıflarının giderek artan muhalefeti karşısında bu yeni liderliğin boşa düştüğü görülünce, faşizme özgü zor araçları devreye sokuldu.

Buradan CHP liderliğiyle çıkılamaz.

Öte yandan, ABD emperyalizminin hegemonyasını ihya etme çabası dahilinde bölgemizde kurmuş olduğu merkezinde İslamcı siyasetin yer aldığı siyonist Arap-Türk-Kürt siyasal ittifakının eşzamanlı hamleleri bugünkü darbenin gerçekleştirilmesine katkı yapmıştır. Suriye’deki İslamcı yönetim ve Türkiye’deki Kürt siyasetinin uzantısı olan Suriye Kürt siyaseti arasındaki bağlaşma, Türkiye’deki Türkçü-İslamcı yönetimle Kürtçü-İslamcı siyasetin bağlaşmasının izdüşümüdür.

Bugün tanık olduğumuz bu darbe bölgemizdeki emperyalist siyasetin ihtiyaçlarına da yanıt vermek içindir. Bu Erdoğan yönetimine emperyalizmin verdiği son şans olabilir. Ya ne pahasına olursa olsun başaracak ya da değiştirilecek.

Faşizmin bu yeni görünümü, kabul edelim, bir “demokrasi” illüzyonu yaratma yeteneğine sahip olması dolayısıyla işlevseldir. Bu işlevsellik en çok  süratle yeni ittifaklar oluşturma ve aynı hızla oluşmuş ittifakları bozabilme konusunda kabiliyetlidir.

Erdoğan yönetimi PKK’den istediğini aldı. Pek yakında, DEM tabelası taşıyan ahmaklığı da paketlerse şaşırmayalım. Bu kadar siyasal ahmaklığın yaşandığı, bu kadar siyasal ahmakın bulunduğu bir ülkede en kolay şey, Erdoğan olmak.

Bu olanlar Erdoğan yönetiminde ilk kez olmuyor. Ancak, kabul edelim, yeni koşullar ve ihtiyaçlar dolayısıyla Erdoğan ve dayandığı emperyalist sermaye iyice gözünü karartmış görünüyorlar.

Her şeye rağmen Erdoğan’ın aşınmış bir siyasal figür olduğu gerçeğini de ihmal etmeyelim. Erdoğan son kozlarını oynuyor. MHP’yi kontrol ettiği kadar CHP’yi de kontrol etmeyi başarabilecek mi, göreceğiz.

NOT:

Bu sabah yazıyı yazdıktan sonra dünya haber ajanslarına internet üzerinden bir göz attım. Dikkatimi çeken, Trump’a yakın Fox News’ün, Putin’e yakın RT’in ve Çin’in Merkez Televizyonu tarafından yönetilen  CGTN’ün bu haberi görmemiş olmalarıydı.