Tayyip Erdoğan’ın gayrimeşru faşist rejimi rutin “CHP mitingleri” yle değil, kararlı direnişlerle geriletilebilir.
AKP yönetimine karşı ilk kitlesel toplumsal itiraz çok ağırlıklı olarak CHP seçmenlerinin katılımıyla, Bayrak Mitingleri sırasında gerçekleşmişti. Bu söz konusu mitingler CHP’ye yakın bazı dernekler tarafından organize edilmişti. Bununla birlikte mitingler, CHP’nin kontrolünde ve yönetiminde değildi. Kitlesi bilindik (sağ ve sol eğilimleriyle) Kemalist ideolojik formasyonunun taşıyıcılarıydı.
Gezi direnişleri sırasında da yine ağırlıklı olarak bu ve benzeri siyasal, ideolojik eğilimlere sahip kitleler sahnedeydiler. Bu bakımdan Bayrak Mitingleri ve Gezi direnişleri arasında bir süreklilik tespit etmek meşrudur.
Ancak bu kez, ağırlıklı olarak yine CHP seçmenlerinin oluşturduğu direnişçilerin, önceki mitinglere göre CHP ve onunla şu ya da bu derecede ilişkili dernek ve kuruluşlarla mesafesi sola doğru hayli açılmıştı. Bu halin en spektaküler ifadesi, Taksim’e gelişinde Kılıçdaroğlu’nun kitleler tarafından kaale alınmayarak alana yabancılaştırılmasıydı.
Gezi kitlesi, çoğu kapitalizmi sorun olarak gören, çoğunluğu itibariyle sosyalist olmasa da, sosyalist anlayışla bir sorunu olmayan kişilerden oluşuyordu. Kahir ekseriyetinin ortak paydası, tartışma götürmez biçimde, laik ve demokratik cumhuriyetti. Parti olarak CHP, CHP liderliği dışlanmıştı. Seçmenleri inisiyatif alarak partilerini saha dışına itmişlerdi.
O sıralarda, Kürt siyaseti, AKP rejimiyle flörtü devam ettiği için rejim lehine meydanlarda fren işlevi görmek için oradaymış gibi davranıyordu. Bununla birlikte çok sayıda Kürt yurttaş, partilerine rağmen direniş alanındaydı. Ancak onların da direnişin ana gövdesini oluşturan kitlenin rejimin yıkılması talebine itirazları vardı. Hükümetin istifasını, rejimin yıkılmasını talep etmiyorlardı. Nitekim, Gezi’nin bastırılmasından sonra Öcalan, Tayyip Erdoğan’a, ” seni Gezi’de biz kurtardık” mealinde bir şey söylemişti.
Aslında bu o zaman henüz oturtulmakta olan rejimin böl-yönet taktiğinin başarılı bir şekilde uygulanması anlamına geliyordu. Kürt siyaseti AKP rejimi saflarına dahil olunca, zaten önderlikten yoksun olan ama ağırlıklı olarak demokratik, eşitlikçi sol değerlerle bir sorunu olmayan geniş direnişçi kitle daha kolay etkisizleştirildi.
Yapılan ilk seçimde bu kitlenin siyasal kontrolü yeniden, sokağa çıkan yolları kapatma misyonu yüklenmiş, CHP’ ye verildi.
Bir kaç yıl sonra da 7-8 bin kişinin hayatına mal olan, on binlerce insanın yerini yurdunu terk etmesine yol açan “hendek savaşları” ile Kürt siyaseti geri püskürtüldü.
Tanık olduğumuz bu son halk hareketi rejime karşı yurt çapında ortaya çıkan üçüncü kitlesel direniş oluyor. Ancak bu kez, öncekilerine göre, bazı farklılıklar taşıyor.
Bugünkü direnişler, derhal CHP tarafından kontrol altına alınmak istenmiş, büyük ölçüde bunda da başarılı olunmuştur. Direniş, Saraçhane Meydanı’nda “darbeci” olarak ilan edilmiş rejimin belirlediği sınırlar içinde gayri meşru rejimin meşruiyetini onaylayan ve onaylatmak isteyen “gaz alma mitingleri” olarak rejimin açtığı dar alan içinde eritilmek istenmektedir.
Gezi sırasında belediyelerin çoğu AKP’nin elindeydi. Şimdi CHP’nin elindedir. Ancak bu olanak direnişi genişletip, güçlendirecek surette kullanılmamaktadır. 15 Temmuz’da AKP, “darbe var” diyerek, belediye olanaklarıyla binlerce kişiyi seferber etmişti. Bugünse, Saraçhane Meydanı’nın doğru düzgün bir ses düzeni, kablolu internet ağı dahi yok.
Katılımcıların büyük çoğunluğu yine CHP seçmenidir. Bu da anlaşılır bir şeydir. Çünkü bu ülkenin tarihsel olarak demokratik eğitimi ve duyarlılığı en yüksek kesimi sosyalist sol ve CHP kitlesidir.
Gelgelelim, Gezi’den bu yana CHP seçmeni olan kitlenin, özellikle de çoğunluğu genç olanlarının Türkçü, laik bir milliyetçiliğin etkisine girdiği, soldan uzaklaştığı gözlemleniyor. Bu kesimin slogan ve pankartları bu eğilimi net olarak yansıtıyor. Yani bugünkü CHP kitlesi, önceki kitlesel eylemlerin kitlesine göre sağa savrulmuş, sol siyasetle mesafeleri anlamlı derecede açılmıştır.
Dört akşam katıldığım Saraçhane mitinglerindeki ilk gözlemim bu oldu. Gezi’deki sol coşkuyu göremedim.
Bu duruma yol açan dünya çapında ve ulusal düzeyde nedenler var. Dünyada genel olarak ırkçı, yabancı düşmanı vurguları olan bir sağcılık epey bir zamandan beri yükseliştedir.
Türkiye’de Kürt sorununun, her ikisi de emperyalizme tutunan, milliyetçi Kürt siyaseti ve milliyetçi Türk siyaseti tarafından istismarı hem Türkler hem de Kürtler arasında birbirlerine karşı anti-demokratik, şoven duyguların güçlenmesine katkı yapmıştır.
Bu durumu bir kez daha net olarak geçtiğimiz pazar günü gündüz Yenikapı Alanı’nda; akşam, Saraçhane Meydanı’nda gözlemledik. Son derece ciddi, karşılıklı restleşmeyi, inkârı açık eden bir yarılma söz konusudur.
Öte yandan, rejimin bu darbesinden önce yeni bir “Kürt açılımı” girişimiyle Kürt siyasetinin darbeye karşı direnişe katılma olasılığını dramatik olarak azalttığı, Gezi’de olduğu gibi, Kürt siyasetini izole ettiği görülmektedir.
Gezi öncesinde AKP’nin o zaman ki koalisyon ortağı olan Gülen Cemaati ile birlikte polisi ve adliyeyi devreye sokarak gerçekleştirdiğine benzer hukuksuz uygulamalara tanık oluyoruz.
Erdoğan burada durmayacak. Devam edecektir. Darbe sona ermemiştir. Erdoğan gayri meşru kayyım atamalarına devam edecektir. İstanbul’dan vazgeçmeyecektir. CHP içinde Truva Atları oluşturarak partiyi bölmeyi deneyecektir.
Tabii diğer yandan da Kürt kitlelere havuç uzatmayı sürdürecektir. Onların yükselen rejim karşıtı dalgaya dahil olmamaları için çaba harcayacaktır.
Erdoğan mitinglerle geriletemez. Direnişle, Kürt ve Türk demokratlarının, devrimcilerinin kararlılığıyla geriletilebilir. Sağdan değil, soldan çıkılabilir.
Aksi halde, Erdoğan bölerek yönetmeye devam edecektir. Bugün bu kitlesel direnişleri bastırdıktan sonra, sırası geldiğinde, Kürtleri bir kez daha bastıracaktır.
CHP, geçmişte HDP’lilerin Meclis’ten atılmasına, belediyelerine kayyım atanmasına destek vermişti. Şimdi sıra onlara geldi. HDP Gezi’de Erdoğan’ın yanında durdu. Sonrasında Erdoğan döndü, onu vurdu. Bu işler böyle oluyor.
Sonuç olarak, demokratik Türk ve Kürt siyasetleri arasındaki, Erdoğan lehine işlev gören, yarık kapatılmadıkça, rejimin gayri meşruluğu ilan edilmedikçe, Erdoğan’ın gitmesi biraz daha zaman alacak gibi görünüyor.