Filistin 75 yıldır İsrail işgali altında. Hemen hergün Filistinlilere saldırıyor, çoluk çocuk ayırmadan öldürüyor, ama dünya genelinde ve Türkiye’de İsrail’in katliamları, bugün Gazze’deki karşı direnişe gösterilen kadar tepki yaratmıyor
Bugün ilerici geçinenlerin elinde “Hamas” gibi bir gerekçe de var tabii. Neymiş, Hamas gerici bir örgütmüş. Siyonizme karşı bölgedeki diğer direniş örgütleriyle birlikte yer aldığı bu eylem, bir “terör eylemi” imiş, Hamas da zaten CIA ve MOSSAD tarafından kurulmuş bir terör örgütüymüş, bu yüzden desteklenemezmiş.
Bu iddia sahiplerinin sosyalist olanları safdil, somut durumu somut olarak analiz etme kapasitesi olmayan, sosyalizm perspektifleri ütopyacı evreyi aşamamış figürler.
Tabii bir de, sosyalistmiş, devrimciymiş gibi görünen İsrail muhipleri var. Beyin yakan analizleri, komplocu kuşkularıyla İsrail’i meşrulaştırıp, Gazze’deki Filistin halkının direnişini terör eylemi gibi sunma gayreti içinde olan sahtekârlar…
Tam da bölgeye “barış” ın gelmekte olduğu şu günlerde, tam da İsrailliler Netanyahu yönetimine başkaldırmışken, bir de üstelik Gazze halkının bu mücadeleyi kazanma şansı hiç yokken bu eylem yapılırmıymış. Arkasında ABD ve Mossad’ın bulunduğu provokatif bir eylemmiş. Asıl gayesi, Netanyahu iktidarını kurtarmak, Filistin halkını itibarsızlaştırılarak, katlini meşrulaştırmakmış.
Muhipliklerini meşrulaştırmak için şunu da ilave ediyorlar: “Ya tabii İsrail’de siyonistler var, Netanyahu da kötü adam zaten ama İsrail demokratik bir ülke, bilim ve teknolojide de ileri, Araplar, Filistinliler ise ortaçağlarını yaşıyorlar”.. Böylece İsrail’in hakkını teslim etmekten (!) de kaçınmıyorlar.
Bugün Filistin söz konusu olduğunda, bütün sorunun merkezini oluşturan bir gerçek var, onun İsrail işgali altında bir sömürge olması, yani emperyalistlerin desteğiyle İsrail tarafından kolonileştirilmiş olmasıdır. En somut, en yakıcı gerçek budur. Bu işgale, kolonizasyona direnmemek suçtur, alçaklıktır. İkincisi, Hamas’ı ABD ve İsrail kurmadı. Ancak, zamanında FKÖ gibi güçlü birleşik bir örgüt karşısında şu ya da bu şekilde, zaman zaman kullandılar. Emperyalistler ve işbilikçileri bunu her yerde, hep yaparlar. Kullanmak istedikleri örgüt bir yerde siyasal İslamcı, başka bir yerde pekala komünist de olabiliyor.
FKÖ, 1993’te İsrail ile barış yapılamayacağını bile bile “barış antlaşması” gerekçesiyle İsrail’e teslim oldu. İsrail imzaladığı o antlaşmanın gereklerini yerine getirmediği gibi, antlaşma öncesinden çok daha avantajlı hale geldi. Sürekli yayılma, genişleme, toprak kazanma arzusundan vazgeçmedi. Filistinlerinin kökünü kazıma gayesi doğrultusunda elini sürekli güçlendirdi. Sürekli mevziler kazandı.
Öte yandan, Hamas’ın 1993’deki antlaşmayı, yani iki devletli çözümü kabul etmemiş, ona şiddetle karşı çıkmış olduğunu da hatırlayalım. FKÖ bu “çözümü” onaylamıştı. İsrail ise (belirtmeye bile gerek yok) kesinlikle samimiyetsizdi. Filistin halkına hiç bir şey vermek istemiyordu. Bugün de öyle. Dolayısıyla, İsrail o zaman Hamas’ın bu radikal, uzlaşmaz çıkışını kullanmıştı. İşine gelmişti. Hatta Hamas’ı FKÖ karşısında bir tür müttefik olarak görmüştü. Zaman Hamas’ın duruşunu haklı çıkardı. FKÖ siyaseti iflas etti. Bugün Hamas değerlendirmesi yaparken, bu hususu unutmayalım.
İsrail bölgede Filistin halkının direnişine destek olabilecek bütün güçlerin BOP stratejisi çerçevesinde tasfiye edilmesinde çok önemli bir rol oynadı. Oynamayı da sürdürüyor. Bir an önce İran ve Suriye’nin tasfiye edilmesini arzuluyor. Bu arzunun gerçekleştirileceği siyasal ortamı yaratmaya çalışıyor. Her fırsatı kullanıyor.
FKÖ’nün teslim olarak yozlaştığı koşullarda, Gazze’deki Hamas dahil, siyasal gruplar Filistin direnişini örgütlediler. 1993’ten ve özellikle de Arafat’ın ölümünden sonra Gazze, Filistin direnişinin en sürekli, en kararlı üssü oldu. Böylece Hamas da sahada, bu direnişiyle, Filistin sorununun yadsınamaz bir gerçeği haline geldi. Bugün Hamas’a terörist muamelesi yapmak, Filistin gerçekliğinden kopmuş olmakla izah edilebilir. İşgal ne kadar gerçekse, Hamas da o kadar gerçek. İşgal ne kadar gayri meşruysa, Hamas da o kadar meşru.
Emperyalistlerin terörist yaftası vurdukları her siyasal oluşuma terörist muamelesi mi yapacağız? Kaldı ki, emperyalistler pekala terörist olarak ilan ettikleri bu örgütleri açık ya da örtülü, çıkarları doğrultusunda kullanmaktan da kaçınmazlar. Bunun örnekleri çok.
Mesela, Hamas çoğu zaman İhvan’ın bir kolu gibi hareket etti (2017’de bunu açıkça ilan da etti). Daha düne kadar, yani Mısır’daki askeri darbeye kadar, İhvan terörist değildi. Emperyalistlerin “özgürlük savaşçısı” idi. Suriye’yi terk ederek ona karşı bayrak açan Hamas da öyle. Sonra hep birlikte terörist olarak ilan edildiler. Yarın emperyalistler için koşullar uygun olduğunda, ihtiyaç duyulduğunda, İhvan’ın tekrar “özgürlük savaşçısı” ilan edilmeyeceğini iddia edebilir miyiz?
Şimdi, devrimci solcular şöyle bir anlayışı savunamazlar: Emperyalizmden sadece işçiler, sadece devrimci solcular mağdur olurlar, dolayısıyla sadece onlar emperyalizme direnebilirler. Başka siyasal güçlerin böyle bir kapasitesi, böyle bir derdi olamaz.
Bu anlayış, öncelikle burjuva demokratik ulusal kurtuluş savaşı vermiş bir ülkenin devrimcilerine hiç yakışmaz. Bu ülkede işgale örgütlü olarak ilk direnenler, ilk kurşunu atan sosyalist miydi? Bu ülkenin kurtuluş savaşına önderlik edenler sosyalist miydi? Tersine, şiddetli derecede anti-komünisttiler. O kadar öyle ki, kendilerine en samimi desteği veren komünist önderleri bile alçakça katlettirdiler. Buna rağmen komünistler onlara kararlı şekilde destek olmayı sürdürdüler.
Komünistler desteklerini sürdürürken, burjuva önderliğin, komünist olmayan bir önderliğin bu anti-emperyalist savaşımı tutarlı bir biçimde sürdüremeyeceğini, kurtuluştan sonra emperyalizme teslim olacaklarını ilan ettiler.
Komünistlerin iddiaları aynen gerçekleşti. Bu yüzden, bu demokratik kurtuluş mücadelesine vermiş oldukları destekten dolayı onları mahkum edebilir miyiz? Hayır, o koşullarda doğru siyaseti izlemişlerdi.
Kaldı ki, bizim ulusal kurtuluşçular da homojen bir grup değildi. Savaşı yürüten meclis bir çatı örgütüydü.
Şimdi gelelim, İsrail’in demokratik, akılcı, bilim ve teknik de ileri bir ülke olmasına. Bugün bütün emperyalist ülkeler, başta ABD, teknolojinin, liberal demokrasinin en ileri olduğu ülkeler. Onların dışında kalan ülkeler, değişen derecelerde, onlara göre geri kalmış, geç kalmış ülkeler.
Buradan hareketle, emperyalizme, sömürücülere, işgalcilere meşruiyet mi üreteceğiz? Bunu 18. ve 19.yüzyılın geleneksel kolonyal imparatorlukları yaparlardı. Bu nasıl bir sosyalist devrimci kafadır?
Kapitalizm koşullarında gelişme, ilerleme her zaman tek tek ülkelerin içinde de, ülkeler arasında da eşitsiz hareket eden bir olgudur. Bu farklı bir tartışmanın konusudur.
Devrimci solcular, Filistin sorunu söz konusu olduğunda, sadece Netanyahu iktidarına değil, siyonist-terörist işgalci İsrail devletine de karşı olmak durumundadırlar.
Gazze’deki, Batı Şeria’daki işgal atındaki Filistin halkı için İsrail’de iktidarda şu ya da bu politikacı olmuş önemi yoktur. Önemli olan, onun işgal altında varoluşunu sürdürmeye çalışıyor olması, yani işgal gerçeğidir. İşgal varsa, ona direnmek en temel, en meşru haktır. Bu çerçevede, söz konusu direnişe omuz veren her grup, her siyasal çizgi meşrudur.
Hamas’ın hiç de şaşırtıcı olmayan, dahası, beklenen bu eylemi işin başında bir süre Netanyahu iktidarının lehineymiş gibi görünebilir. Ancak Netanyahu’nun iktidarının Gazze’deki bu eylemle birlikte fiilen sona ermiş olduğunu şimdiden söylemek kehanet değildir. Muhtemelen Netanyahu’nun siyasal yaşamı da sona erecektir. Bunu gördüğü için son bir çırpınışla, savaşı bütün Ortadoğu’ya yaymak istemektedir.
Bir de deniliyor ki, “tam da İsrail ve bölgedeki bazı devletler arasında ‘iyi’ ilişkiler başlamışken…” Zaten bu söz konusu gerici devletlerin İsrail ile varoluşsal bir bağı var. Hepsi zımnen İsrail işbirlikçisi. Şimdi bu zımni ilişkilerini açık hale getireceklerdi. Tabii ABD’nin girişimleriyle. ABD bu yeni emperyalist hamlesine “İbrahimi işbirliği” mealinde bir isim vermişti. Gazze direnişinin bu son kalkışması, siyonist emperyalizmin bu hamlesini boşa çıkardı. Sadece bunu sağlamış olması bile başlı başına bir başarı olarak görülmek gerekir.
Pekiy, Filistinliler direnişin kanlı sonuçları olabilir diyerek direnmesinler mi, savaşmasınlar mı? Akan kanın nedeni İsrail, kan akmasın diye ona teslim olunması mı gerekiyor? Sonra, özgürlük için savaşımın her zaman bir bedeli vardır. Ne yazık ki, çoğu durumda bu savaşım kansız olmuyor.
Bu Gazze direnişi, ” yenilmez İsrail” imajının çizilmesini sağladı. Yanı sıra, Batı’daki ilerici geçinen entelektüellerin, onların ülkemizdeki temsilci ve temsilciliklerinin maskesini düşürmek gibi bir rol de oynadı.
Ülkemizde Filistin sorunu söz konusu olduğunda, özellikle ilerici olduğunu sanan bir kesimin kayıtsızlığı ya da doğrudan İsrail yanlısı tavrı, hiç kuşkusuz, şu son yıllarda sığınmacı sorunu etrafında yeniden körüklenen tarihsel Arap düşmanlığıyla da ilişkilidir. Bunu biliyoruz.