İsrail Muhipleri

Filistin 75 yıldır İsrail işgali altında. Hemen hergün Filistinlilere saldırıyor, çoluk çocuk ayırmadan öldürüyor, ama dünya genelinde ve Türkiye’de İsrail’in katliamları, bugün Gazze’deki karşı direnişe gösterilen kadar tepki yaratmıyor

Bugün ilerici geçinenlerin elinde “Hamas” gibi bir gerekçe de var tabii. Neymiş, Hamas gerici bir örgütmüş. Siyonizme karşı bölgedeki diğer direniş örgütleriyle birlikte yer aldığı bu eylem, bir “terör eylemi” imiş, Hamas da zaten CIA ve MOSSAD tarafından kurulmuş bir terör örgütüymüş, bu yüzden desteklenemezmiş.

Bu iddia sahiplerinin sosyalist olanları safdil, somut durumu somut olarak analiz etme kapasitesi olmayan, sosyalizm perspektifleri ütopyacı evreyi aşamamış figürler.

Tabii bir de, sosyalistmiş, devrimciymiş gibi görünen İsrail muhipleri var. Beyin yakan analizleri, komplocu kuşkularıyla İsrail’i meşrulaştırıp, Gazze’deki Filistin halkının direnişini terör eylemi gibi sunma gayreti içinde olan sahtekârlar…

Tam da bölgeye “barış” ın gelmekte olduğu şu günlerde, tam da İsrailliler Netanyahu yönetimine başkaldırmışken, bir de üstelik Gazze halkının bu mücadeleyi kazanma şansı hiç yokken bu eylem yapılırmıymış. Arkasında ABD ve Mossad’ın bulunduğu provokatif bir eylemmiş. Asıl gayesi, Netanyahu iktidarını kurtarmak, Filistin halkını itibarsızlaştırılarak, katlini meşrulaştırmakmış.

Muhipliklerini meşrulaştırmak için şunu da ilave ediyorlar: “Ya tabii İsrail’de siyonistler var, Netanyahu da kötü adam zaten ama İsrail demokratik bir ülke, bilim ve teknolojide de ileri, Araplar, Filistinliler ise ortaçağlarını yaşıyorlar”.. Böylece İsrail’in hakkını teslim etmekten (!) de kaçınmıyorlar.

Bugün Filistin söz konusu olduğunda, bütün sorunun merkezini oluşturan bir gerçek var, onun İsrail işgali altında bir sömürge olması, yani emperyalistlerin desteğiyle İsrail tarafından kolonileştirilmiş olmasıdır. En somut, en yakıcı gerçek budur. Bu işgale, kolonizasyona direnmemek suçtur, alçaklıktır. İkincisi, Hamas’ı ABD ve İsrail kurmadı. Ancak, zamanında FKÖ gibi güçlü birleşik bir örgüt karşısında şu ya da bu şekilde, zaman zaman kullandılar. Emperyalistler ve işbilikçileri bunu her yerde, hep yaparlar. Kullanmak istedikleri örgüt bir yerde siyasal İslamcı, başka bir yerde pekala komünist de olabiliyor.

FKÖ, 1993’te İsrail ile barış yapılamayacağını bile bile “barış antlaşması” gerekçesiyle İsrail’e teslim oldu. İsrail imzaladığı o antlaşmanın gereklerini yerine getirmediği gibi, antlaşma öncesinden çok daha avantajlı hale geldi. Sürekli yayılma, genişleme, toprak kazanma arzusundan vazgeçmedi. Filistinlerinin kökünü kazıma gayesi doğrultusunda elini sürekli güçlendirdi. Sürekli mevziler kazandı.

Öte yandan, Hamas’ın 1993’deki antlaşmayı, yani iki devletli çözümü kabul etmemiş, ona şiddetle karşı çıkmış olduğunu da hatırlayalım. FKÖ bu “çözümü” onaylamıştı. İsrail ise (belirtmeye bile gerek yok) kesinlikle samimiyetsizdi. Filistin halkına hiç bir şey vermek istemiyordu. Bugün de öyle. Dolayısıyla, İsrail o zaman Hamas’ın bu radikal, uzlaşmaz çıkışını kullanmıştı. İşine gelmişti. Hatta Hamas’ı FKÖ karşısında bir tür müttefik olarak görmüştü. Zaman Hamas’ın duruşunu haklı çıkardı. FKÖ siyaseti iflas etti. Bugün Hamas değerlendirmesi yaparken, bu hususu unutmayalım.

İsrail bölgede Filistin halkının direnişine destek olabilecek bütün güçlerin BOP stratejisi çerçevesinde tasfiye edilmesinde çok önemli bir rol oynadı. Oynamayı da sürdürüyor. Bir an önce İran ve Suriye’nin tasfiye edilmesini arzuluyor. Bu arzunun gerçekleştirileceği siyasal ortamı yaratmaya çalışıyor. Her fırsatı kullanıyor.

FKÖ’nün teslim olarak yozlaştığı koşullarda, Gazze’deki Hamas dahil, siyasal gruplar Filistin direnişini örgütlediler. 1993’ten ve özellikle de Arafat’ın ölümünden sonra Gazze, Filistin direnişinin en sürekli, en kararlı üssü oldu. Böylece Hamas da sahada, bu direnişiyle, Filistin sorununun yadsınamaz bir gerçeği haline geldi. Bugün Hamas’a terörist muamelesi yapmak, Filistin gerçekliğinden kopmuş olmakla izah edilebilir. İşgal ne kadar gerçekse, Hamas da o kadar gerçek. İşgal ne kadar gayri meşruysa, Hamas da o kadar meşru.

Emperyalistlerin terörist yaftası vurdukları her siyasal oluşuma terörist muamelesi mi yapacağız? Kaldı ki, emperyalistler pekala terörist olarak ilan ettikleri bu örgütleri açık ya da örtülü, çıkarları doğrultusunda kullanmaktan da kaçınmazlar. Bunun örnekleri çok.

Mesela, Hamas çoğu zaman İhvan’ın bir kolu gibi hareket etti (2017’de bunu açıkça ilan da etti). Daha düne kadar, yani Mısır’daki askeri darbeye kadar, İhvan terörist değildi. Emperyalistlerin “özgürlük savaşçısı” idi. Suriye’yi terk ederek ona karşı bayrak açan Hamas da öyle. Sonra hep birlikte terörist olarak ilan edildiler. Yarın emperyalistler için koşullar uygun olduğunda, ihtiyaç duyulduğunda, İhvan’ın tekrar “özgürlük savaşçısı” ilan edilmeyeceğini iddia edebilir miyiz?

Şimdi, devrimci solcular şöyle bir anlayışı savunamazlar: Emperyalizmden sadece işçiler, sadece devrimci solcular mağdur olurlar, dolayısıyla sadece onlar emperyalizme direnebilirler. Başka siyasal güçlerin böyle bir kapasitesi, böyle bir derdi olamaz.

Bu anlayış, öncelikle burjuva demokratik ulusal kurtuluş savaşı vermiş bir ülkenin devrimcilerine hiç yakışmaz. Bu ülkede işgale örgütlü olarak ilk direnenler, ilk kurşunu atan sosyalist miydi? Bu ülkenin kurtuluş savaşına önderlik edenler sosyalist miydi? Tersine, şiddetli derecede anti-komünisttiler. O kadar öyle ki, kendilerine en samimi desteği veren komünist önderleri bile alçakça katlettirdiler. Buna rağmen komünistler onlara kararlı şekilde destek olmayı sürdürdüler.

Komünistler desteklerini sürdürürken, burjuva önderliğin, komünist olmayan bir önderliğin bu anti-emperyalist savaşımı tutarlı bir biçimde sürdüremeyeceğini, kurtuluştan sonra emperyalizme teslim olacaklarını ilan ettiler.

Komünistlerin iddiaları aynen gerçekleşti. Bu yüzden, bu demokratik kurtuluş mücadelesine vermiş oldukları destekten dolayı onları mahkum edebilir miyiz? Hayır, o koşullarda doğru siyaseti izlemişlerdi.

Kaldı ki, bizim ulusal kurtuluşçular da homojen bir grup değildi. Savaşı yürüten meclis bir çatı örgütüydü.

Şimdi gelelim, İsrail’in demokratik, akılcı, bilim ve teknik de ileri bir ülke olmasına. Bugün bütün emperyalist ülkeler, başta ABD, teknolojinin, liberal demokrasinin en ileri olduğu ülkeler. Onların dışında kalan ülkeler, değişen derecelerde, onlara göre geri kalmış, geç kalmış ülkeler.

Buradan hareketle, emperyalizme, sömürücülere, işgalcilere meşruiyet mi üreteceğiz? Bunu 18. ve 19.yüzyılın geleneksel kolonyal imparatorlukları yaparlardı. Bu nasıl bir sosyalist devrimci kafadır?

Kapitalizm koşullarında gelişme, ilerleme her zaman tek tek ülkelerin içinde de, ülkeler arasında da eşitsiz hareket eden bir olgudur. Bu farklı bir tartışmanın konusudur.

Devrimci solcular, Filistin sorunu söz konusu olduğunda, sadece Netanyahu iktidarına değil, siyonist-terörist işgalci İsrail devletine de karşı olmak durumundadırlar.

Gazze’deki, Batı Şeria’daki işgal atındaki Filistin halkı için İsrail’de iktidarda şu ya da bu politikacı olmuş önemi yoktur. Önemli olan, onun işgal altında varoluşunu sürdürmeye çalışıyor olması, yani işgal gerçeğidir. İşgal varsa, ona direnmek en temel, en meşru haktır. Bu çerçevede, söz konusu direnişe omuz veren her grup, her siyasal çizgi meşrudur.

Hamas’ın hiç de şaşırtıcı olmayan, dahası, beklenen bu eylemi işin başında bir süre Netanyahu iktidarının lehineymiş gibi görünebilir. Ancak Netanyahu’nun iktidarının Gazze’deki bu eylemle birlikte fiilen sona ermiş olduğunu şimdiden söylemek kehanet değildir. Muhtemelen Netanyahu’nun siyasal yaşamı da sona erecektir. Bunu gördüğü için son bir çırpınışla, savaşı bütün Ortadoğu’ya yaymak istemektedir.

Bir de deniliyor ki, “tam da İsrail ve bölgedeki bazı devletler arasında ‘iyi’ ilişkiler başlamışken…” Zaten bu söz konusu gerici devletlerin İsrail ile varoluşsal bir bağı var. Hepsi zımnen İsrail işbirlikçisi. Şimdi bu zımni ilişkilerini açık hale getireceklerdi. Tabii ABD’nin girişimleriyle. ABD bu yeni emperyalist hamlesine “İbrahimi işbirliği” mealinde bir isim vermişti. Gazze direnişinin bu son kalkışması, siyonist emperyalizmin bu hamlesini boşa çıkardı. Sadece bunu sağlamış olması bile başlı başına bir başarı olarak görülmek gerekir.

Pekiy, Filistinliler direnişin kanlı sonuçları olabilir diyerek direnmesinler mi, savaşmasınlar mı? Akan kanın nedeni İsrail, kan akmasın diye ona teslim olunması mı gerekiyor? Sonra, özgürlük için savaşımın her zaman bir bedeli vardır. Ne yazık ki, çoğu durumda bu savaşım kansız olmuyor.

Bu Gazze direnişi, ” yenilmez İsrail” imajının çizilmesini sağladı. Yanı sıra, Batı’daki ilerici geçinen entelektüellerin, onların ülkemizdeki temsilci ve temsilciliklerinin maskesini düşürmek gibi bir rol de oynadı.

Ülkemizde Filistin sorunu söz konusu olduğunda, özellikle ilerici olduğunu sanan bir kesimin kayıtsızlığı ya da doğrudan İsrail yanlısı tavrı, hiç kuşkusuz, şu son yıllarda sığınmacı sorunu etrafında yeniden körüklenen tarihsel Arap düşmanlığıyla da ilişkilidir. Bunu biliyoruz.

İsrail sömürgeci, siyonist-terörist bir devlettir

Evet, Hamas 1987’de siyasal islamcı bir anlayışla kurulmuştu. 1993’te, ilerici, demokratik ama teslim alınmış FKÖ’nün karşısına çıkmış, emperyalist “böl-yönet” anlayışına uyar biçimde siyonist-terörist İsrail devleti, emperyalistler ve onların bölgedeki uyduları tarafından zaman zaman da şu ya da bu ölçüde, teşvik görmüştü. Ancak ona bir “beşinci kol” muamelesi yapmak doğru değildir. Onun gayesi de İsrail’e direnmek, onunla savaşmaktı. Bugün Filistin halkının savaşımında Hamas gerçeğini görmemek, gerçeklikten kopmak anlamına gelir.

Kaldı ki, bu son eylem tek başına Hamas’ın eylemi değil. Oradaki çok sayıda örgütün ortak, birleşik eylemidir. Hamas bunlar arasında en büyük ve lider olandır.

Emperyalizme ve siyonizme karşı çıkan, onunla mücadele eden herkesin anti-emperyalist, anti-siyonist bir siyasal bilince sahip olmasını arzularız ama her durumda bekleyemeyiz. Böyle durumlarda, emperyalist-siyonizmle bizim arzuladığımız, ya da ideal gördüğümüz siyasal bilince sahip olmadıkları için bu emperyalist-siyonistlerle mücadele eden insanların mücadelesine kayıtsız mı kalacağız, onları ret mi edeceğiz?

Hayır, proletarya devrimcileri olarak hem o mücadeleye en samimi desteğimizi vereceğiz, hem de bu mücadelede siyasal önderliği elde etmek için çalışacağız. Doğru yaklaşım budur.

Bu mücadele işçi sınıfı siyasetinin isterleri doğrultusunda (ki bizim için doğrusu budur), veyahut, onun bulunmadığı yerde, başka bir siyasal anlayışla, diyelim İslamcı siyasal anlayışla veriliyor olabilir. Tabii bu ikincisinin tutarlı bir hat boyunca ilerletilmesinin olanaklı olmadığını biliyoruz. Ancak, emperyalist düşmana karşı bir kavga veriliyorsa, bu kavgayı desteklemek devrimci görevimizdir. Bu kavgayı verenlerin siyasal eğilimleri konusunda rezervlerimizi koyarız, ama bu farklı bir konudur. Ortada bir kavga varsa, ona sırtımızı dönemeyiz.

20’lerin TKP’si Kemalistlerin haince saldırısına maruz kaldığı koşullarda bile onların önderliğindeki kurtuluş mücadelesine desteğini kararlılıkla sürdürmüştü.

FKÖ, 1993’te teslim alındıktan sonra Filistin halkları en önemli siyasal önderliğini, en önemli direniş organizasyonunu yitirdi. O günden bugüne ivedilikle giderilmesi gereken bir ihtiyaç var: İsrail karşısında Filistin halklarını temsil yeteneğine sahip, siyasal kararlığı ve savaşçı nitelikleri yüksek, birleşik, demokratik bir önderlik.

Hamas, imzalamış olduğu uluslararası antlaşmaların gereklerini yerine getirmeyen, İsrail’in terörizmine, terör saldırılarına yıllardır direniyor. Bunu yaparken, farkında olsun olmasın, FKÖ’den sonra söz konusu boşluğu gidermek gibi bir işlev de görüyor. Önderlik, masa başlarında kurgulanmaz; kavganın içinden, kavga edilen arenalardan çıkar. Hamas’ın ve bileşenlerinin bu meşru kavgaları, yiğitçe savaşımları sözünü ettiğim, bütün Filistin’i kapsayan bir önderliğin oluşturulmasında işlevsel olabilir. Dahası, bölgenin gerici, arkaik rejimlerinde anti-emperyalist demokratik bilincin, direniş kültürünün oluşmasına ya da canlanmasına katkı yapabilir.

Bu olayın neden şimdi, aniden patlak verdiği sorgulanıyor. Bunu sorgulayanlar hangi dünyada yaşıyorlar? Filistin halklarının kavgası 75 yıldır sürüyor. Filistin’in genelinde yetmiş beş yıldır neredeyse gerilimsiz geçen bir gün yok. Bu tür kavgalarda zaman zaman geri çekilmeler ve bazen ileri atılmalar hep olur. Yukarıdaki sorunun solcular tarafından da soruluyor olması, onun şu son 25-30 yıldaki savrulmasıyla da ilgilidir tabii.

Hamas önderliğini eleştirebiliriz. Onun siyasal çizgisini tasvip etmeyiz. Tamam. Ancak emperyalizmin maşası, siyonist, terörist bir devlete karşı Filistin halkları adına verilen bir direnişin karalanmasını kabul edemeyiz. Hamas’ın direnişinin “terörist bir saldırı” olarak sunulmasını, hele bu bir de sol adına yapılıyorsa, şiddetle reddederiz. İddia sahiplerinin solculuğunu sorgularız.

Ne yazık ki, bu malum “liberal virüs” epey bir zamandır sola da sirayet etmiş halde. Bundan kurtulmak zarurettir.

Daha önceki bir çok yazımda belirtmiştim. Yeni bir dünya savaşını doğuracak ortam giderek genişleyen bir ölçekte ve artan bir tempoyla oluşturuluyor. Orta Doğu zaten önceki iki savaşta da, asıl savaş alanıyla bitişen önemli bir stratejik yan-cepheydi. Gelecekte gerçekleşecek bir kapışmada da bu konumu değişmeyecek.

Bölgedeki güçlerin ittifak arayışları içinde olması, yeni ittifak girişimleri karşısında yeni konumlar almaya çalışmaları doğaldır. Bölgede bütün olup biten olayların bu tür arayışlardan, girişimlerden ayrı düşünülmemesi gerekir. Karşılıklı hamleler kaçınılmazdır. Bu ilk kez de olmuyor.

Bununla birlikte bölge, artık özellikle son 20 yıldan beri emperyalistlerce arttırılan basıncı daha fazla kaldıramayacağının işaretlerini veriyor. Hamas’ın başını çektiği eylem bu açıdan da okunabilir.

Mesela, diğer şeylerin hepsini bir yana bırakalım, son on, on beş yıldan beri emperyalist müdahalelerle hız kazanan bölgedeki, etrafımızdaki, içimizdeki şu demografik hareketlenmeyi nasıl izah edeceğiz?

Provokasyon, Hamas ve bileşenlerinin başını çektikleri meşru, kahramanca direniş eylemi değil, İsrail’in, emperyalist- siyonizmin gericileşmesine en büyük katkıyı yaptığı, bütün bölgeyi hedef almış saldırgan varlığıdır. Sorun Hamas değil, sorun İsrail’in Filistin topraklarını işgal ederek, sömürgeleştirmiş olmasıdır. Bu sömürgeci anlayışında, işgalde sınır tanımamasıdır.

Yok efendim, Hamas’ın bu eylemi Netanyahu’yu güçlendirecekmiş. Güçlendirsin, ne yapalım? Ha Netanyahu, ha başka bir siyonist, bu kavga 75 yıldır sürüyor. Hem Netanyahu söz konusu olduğunda bakarsınız tersi bir sonucu da olabilir. Hamas’ı bu eylemi üzerinden provokatörlükle suçlamak ayıptır. İsrail ile barış yapılamayacağını 1993 sonrasındaki süreçte görmedik mi?

Son olarak, Türkiye’de ne yazık ki kimi ilericilerin de ağzında pelesenk haline gelmiş, gerici bir söyleme değinmek istiyorum. “Efendim, bu Araplar bizi, yani Osmanlıyı arkadan vuran hainlerdi”. Bu talihsiz ezberi, demokratik bir ulusal kurtuluş savaşı vermiş, bu savaş sonucunda gerici Osmanlı devletini sona erdirmiş bir ulusal cumhuriyetin bir çoğu ilerici olduklarını söyleyen insanları dile getiriyorlar.

Osmanlı İmparatorluğu kendi meşrebinde feodal kolonyal yapıda bir devletti. Bir çok farklı halkın yaşadığı dinsel bir anlayışla dizayn edilmiş siyasal-toplumsal cendereydi. Buradaki halkların bu cendereden kurtulmak için mücadele etmiş olmalarını, devrimciler ancak takdir ederler.

Bu süreçte bu direniş hareketlerinin şu ya da bu devletle ittifak arayışları, hesapları içinde olması anlaşılır bir şeydir. Kaldı ki, Osmanlı devleti de o sıralar belli emperyalist güçlerin yarı-sömürgesi ve müttefikiydi.

Nitekim, Türkiye halkı da benzer bir mücadele verdi. Osmanlı devletini tasfiye ederek ulusal kurtuluşunu gerçekleştirdi.

Bir de geçerken şunu söyliyeyim: Deniliyor ki, Kemal Atatürk devrinden Tayyip Erdoğan devrine gelinceye kadar biz hiç “Orta Doğu bataklığı” na dahil olmadık. Bunu söyleyenler tarih bilmiyorlar, veyahut tarihsel gerçekleri çarpıtmak istiyorlar. TC devleti kurulduğu tarihten beri hiç bir zaman kendisinin de dahil olduğu Orta Doğu’nun sorunlarına kayıtsız kalmadı. Bir çok zaman da müdahil oldu. Özellikle 2.Savaş sonrasındaki soğuk savaş döneminde, bu müdahalelerini her zaman emperyalizm ve İsrail lehine yaptı. Bugün de bu siyasal anlayışını ve davranışını kararlılıkla sürdürüyor. Çünkü bu emperyalist siyaset dün de bugün de devlete egemen olan işbirlikçi sermaye sınıfının siyasetidir.

Hamas İsrail’in işini bitirdi mi?

Başlıktaki soruya yanıt vererek başlıyayım. Elbette hayır. Pekiy, Hamas ne yaptı, bu eylemiyle öncelikle neyi göstermek istedi? Yanıt: İsrail’in yenilmez olmadığını, pekala yenilebileceğini, kısıtlı olanaklarıyla, kuşatma altında, spektaküler bir biçimde gösterdi.

Pekiy, İsrail’i gerçekten, Gazze halkının kurtuluşunu sağlayacak surette yendi mi? Hayır. Ama yenebileceğini, en azından İsrail’e önemli mevziler kaybettirebileceğini kahramanca gözler önüne serdi.

Burada asıl sorulması gereken soru şu : Filistinliler İsrail karşısında kurtuluşlarını sağlayacak nihai zaferi neden elde edemiyorlar? Bunun en temel nedeni, bölgedeki Arap devletlerinin gerici, arkaik ve tabii kaçınılmaz olarak emperyalizm işbirlikçisi rejimlere sahip olmasıdır. Bölgede genel bir demokratikleşme olmadan, böyle bir zafer olanaksız görünüyor.

Demokratikleşmek ise laikleşmek, toplumsal olarak eşitleşmek ve bunun zorunlu bir ön koşulu olarak da, işbirlikçilikten kurtulmakla mümkündür. Öyle kağıt üzerinde, yukarıdan ihsan edilmiş demokrasi, demokratikleşme olmadığını, olduğu nadir durumlarda da yürüyemediğini, artık deneyimlerimiz ve tarihsel bilgilerimiz dolayısıyla kavramış olmamız gerekir.

Bundan sonra ne olacak? Daha önce ne oluyor idiyse, yine benzeri olacak. İsrail Gazze’ye saldıracak, bombalar yağdıracak, yüzlerce, belki binlerce kişi ölecek ve yaralanacak…

Bölgenin Suriye ve İran dışında, emperyalizm karşısında aldıkları tavır itibarıyla, Türkiye’deki İhvancı rejim de dahil, hemen hepsi politik olarak arkaik ya da gerici, işbirlikçi devletleri yine “mış” gibi yapacaklar, Gazze yönetimini, el altından, yardımları kesme şantajlarıyla vazgeçirmeye çalışacaklar. Çünkü, İsrail’in varlığını tehdit eden her şey onların rejimleri için de tehdit oluşturmaktadır. Bunu iyi biliyorlar. Onların reel müttefiki Filistin değil, İsrail’dir.

Filistin halklarının emperyalistlerle bir barış yapılamayacağını, emperyalistlerin demokratikleşme sağlamak şöyle dursun, onun kırıntılarına bile izin vermeyeceklerini idrak etmeleri şarttır. Onunla ancak savaşılır, vuruşulur. Emperyalistler sadece güce saygı duyarlar.

1993’te FKÖ’nün, SSCB’nin çöküşünün de bir sonucu olarak, Batı Şeria ve Gazze’nin sözde özgürleşmesi vaadiyle teslim alınması ahmakçaydı. Vahim bir tarihsel yanlıştı. Hamas yönetiminin siyasal İslamcı, bir ileri- iki geri siyaseti, Suriye’ye emperyalist saldırı sonrasında takındığı kalleşçe ama İhvan anlayışına yakışan tavır, Gazze halkına, ve genel olarak da, Filistin halklarına kaybettirdi. İsrail’e kazandırdı.

İsrail Oslo Antlaşması’nın gereklerini yerine getirmediği gibi, Gazze ve Batı Şeria sınırlarını da, beklendiği gibi, zorlamaya başladı. Son on yılda bu alanda önemli mevziler kazandı.

Filistin yönetimleri, bölgenin nispeten demokratik, laik yapılarının, dar anlamda da olsa, anti-emperyalist devletlerinin emperyalistler tarafından hedef alınmasının, Oslo Antlaşmasının siyonist-emperyalist siyasetin isterleri doğrultusunda derinleştirilip, sağlam temeller üzerinde geliştirilmesi anlamına geldiğini göremediler. Veyahut görmek istemediler.

Bugün Hamas’ın akıllıca hazırlanmış bu eylemi, Gazze’yle sınırlı kalmayıp, Batı Şeria’yı, Lübnan’daki Hizbullah’ı, Ürdün’deki, Suriye’deki Filistin güçlerini ortak bir hareket içine çekebilirse, FKÖ’ nün teslim alınmasıyla yaratılmış olan boşluğun doldurulması için ortak, anti-emperyalist, savaşçı bir siyasal organizasyonun yükseleceği koşulları sağlayabilirse, çok değerli bir işlev görmüş olacaktır. Sadece bu sonuç dahi bölgedeki emperyalist hesapları alt üst edebilecektir.