Bilindiği gibi, Türkiye’de bugünkü siyasal yapı, emperyalistlerin BOP’u uygulamaya hazırlandıkları bir sırada, belli bir süreç boyunca oluşturuldu. Bu süreçte Gülen Cemaati, kendisine tahsis edilmiş parasal olanakları ve devletin en stratejik konumlarında kendisi için açılmış geniş alanları kullanarak etkin bir rol oynadı. O yıllarda bu cemaat ABD’de, Bush yönetiminde ağırlıklı bir yeri olan, “neo-con” veya “yeni muhafazakâr” tabir edilen siyasal ve entelektüel oluşumun himaye ve kontrolündeydi.
Cemaat basit, lokal bir dinsel tarikat olarak ortaya çıkmış olsa da, emperyalist siyasetin İslam coğrafyalarındaki ihtiyaçlarına yanıt vermesi için ABD’deki modele uyar şekilde, yeni-muhafazakâr siyasal ve entelektüel bir oluşum olarak militan bir anlayışla yeniden dizayn edilmişti.
Yine bilindiği gibi, ABD’de bu anlayışın en önemli öznelerinin çoğu eski liberal, solcu, marksist, troçkist figürlerden oluşuyordu. Önceki soğuk savaşın erken zamanlarında deneyimlenmiş olan kaba anti-komünizm , soğuk savaşın sonlarına doğru, neo-liberal birikim modelinin uygulanmaya başlandığı yeni koşullarda, saldırgan emperyalist siyasetin sürdürülebilmesini sağlayabilmek için söz konusu devşirme figürler marifetiyle kapsamı daha da genişletildiği halde inceltildi.
2007’nin ikinci yarısından itibaren zaten koalisyon halinde iktidarda bulunan bu cemaat, Türkiye siyasetinin ve kültürel ortamının biçimlendirilmesinde, en kirli araçları kullanmaktan kaçınmayarak, daha önce hiç olmadığı kadar etkin bir rol oynamaya başladı.
En çok da, düzen siyasetinin o zaman ki isterlerine yanıt verecek surette, “düzen muhalefeti” ni biçimlendirmek üzerinde yoğunlaştı. Uluslararası ve TC devletindeki bağlantılarını, liberal ve eski solcu avenenin entelektüel yeteneklerini kullanarak muhalif parti liderliklerini, yönetimlerini, siyasal çizgilerini belirlemeye yönelik başarılı operasyonlar yaptı.
Bugün bu Cemaat aracı kriminal bir vak’a olarak siyasal arenanın dışına itilmiş gibi görünse de, oluşumuna eşsiz katkı yapmış olduğu siyasal yapı, bir takım tadilatlarla da olsa, iktidar ve muhalefet olarak bugün de varlığını sürdürüyor. Bununla birlikte, mevcut rejimin 2013’e kadar sürmüş ayarlarından sapma halinde olduğu da açıktır.
İçeride ve dışarıda emperyalist, neo-liberal siyasal bakış açısından, Tayyip Erdoğan iktidarına yöneltilen eleştiriler esas olarak bu sapma üzerine odaklanmaktadır. Rejimin erken zamanlarındaki ayarlarına geri dönmesi talep edilmektedir. HDP de dahil düzen muhalefetinin siyasal argümanlarını özsel olarak bu biçimde okumak meşrudur.
Seçimler için hazırlanan aday listelerine bakıldığında da bu özsel taleple, aday özneler arasında bir çakışma olduğunu saptamak mümkündür. Bu adayların bir çoğu AKP rejiminin erken evrelerinde, bu rejimin oturtulması, yeni-muhafazakâr entelektüel hegemonyanın egemen olması için roller almış figürlerdir.
Öyleyse muhalefet, bütün iddialarının aksine, AKP rejimini fabrika ayarlarına geri döndürmek derdindedir. Artık bu istenilen dönüşü Tayyip Erdoğan’ın yapamayacağına inanılmaktadır.
Gelgelelim, evdeki hesap çarşıya uymayacaktır. Eğer Erdoğan seçimi kazanırsa, artık bu “sandık” demokrasisi oyununa inancını tamamen yitirecek olan en dinamik halk kesimleri bir kez daha doğrudan insiyatif alacak, muhtemelen Erdoğan’ın kişiliğinde vücut bulan bu “BOP siyasal yapısı” nı bir vuruşta tasfiye etmeye kalkışacaktır. Yönü ne tarafa olursa olsun, bu sert bir tasfiye olacaktır.
Eğer muhalefetin adayı kazanırsa, rejim zaman kazanacak, bu sözünü ettiğim tasfiye belki bir kaç vuruşta, ama nispeten daha olağan koşullarda gerçekleşecektir. Bu halde, muhalefetin en önemli işlevi, muhalif kitlenin gazını alarak, böylesi bir sert kırılmayı zamana yayıp yumuşatmak olacaktır.
Her halükârda, emekçi kitlelerin, orta katmanların iktidarı ve muhalefetiyle artık bu rejimi taşıması, ona tahammül etmesi olanaklı görünmemektedir.
Devrimci sosyalistlerin bu gerçekliği öngörüp, bağımsız ve etkin siyasal güç odağı olarak kendilerini iktidarı alacak şekilde konumlandırmaları, kendilerinden beklenen önderlik görevi için hazırlanmaları gerekiyor. Aksi halde, belki de Erdoğan’ın vücudu karşılığında, “gönüllü faşizm” sahne alacaktır.