Suriye’de Esad’ın zaferi netleştikçe Türkiye’deki rejimin çöküşü de kaçınılmaz hale gelecekti. Bu biliniyordu. Suriye yönetimi zafer yolunda emin adımlarla ilerleyişini sürdürüyor. Bu durum ABD’nin başını çektiği emperyalist güçleri kaygılandırıyor. Onların en başından beri işbirlikçisi olan Türkiye’yi paniğe sevk ediyor.
Türkiye, bir yandan, parçası olduğu emperyalist güçlerin askeri olarak gerilediği, tereddüt ettiği ve bölgesel Kürt güçleriyle ittifak kurduğu;diğer yandan, Suriye-Rusya-İran ittifakının ilerlediği koşullarda, siyaseten maruz kaldığı olumsuzlukların (mesela 15 Temmuz kalkışması) zorlamasıyla, Şam yönetiminin bağlaşığı olan Rusya ve İran’a yanaşarak zaman kazanmaya çalıştı. Esad yönetiminin bütünsel başarısını geciktirmeye gayret etti. Halen de bu yolda bir çıkmaz içinde çırpınıyor.
Esasen AKP rejiminin üzerinde yükseldiği siyasal koşullar 2013’ten itibaren hızla değişmeye başlamıştı. Sonrasında AKP rejimin içinde bulunduğu iç ve dış siyasal bağlam çözüldü. Dış bağlamda kaygan, tereddütlü, karasız durum; içeride, iktidara talip bir siyasal heyetin ortaya çıkmaması, ağırlaşan ekonomik koşullara rağmen rejimin sürmesini temin etti. Türkiye sermaye sınıfı AKP’nin alternatifini yaratamadı. Devrimci sol güçler de Gezi yenilgisinin, sonrasında Kürt savaşındaki hezimetin anlaşılır olumsuz etkilerinden henüz sıyrılamadılar. İçerideki siyasal durumu, Suriye tezkeresi görüşmeleri öncesinde dün, en veciz şekilde, M.Akşener ifade etti : “Bugün ülkede tek partiyiz” (meali “hepimiz AKP’liyiz” olabilir).
AKP öncelikle Orta Doğu coğrafyasına yönelik emperyalist savaş planlarının yapıldığı koşullarda bir proje partisi olarak kurgulandı. BOP çerçevesinde üstleneceği roller dolayısıyla emperyalistler ve işbirlikçi Türkiye sermaye sınıfı tarafından teşvik edildi. Bölgemizde planlanan ve uygulamaya konulan emperyalist savaşın ihtiyaçlarından doğdu. Şimdi emperyalizmin Suriye’de kaybettiği bu savaşın sonucunda tarih sahnesinden çekilmeye hazırlanıyor.
Kimsenin kuşkusu olmasın, Türkiye devletinin asıl ya da en öncelikli derdi Suriye’deki Kürt güçler değildir. Meşru Suriye yönetimidir. Esad rejimidir. Kürtler, gerici Türk devletinin iç politika gereği olarak kullandığı sahte bir gerekçedir. Zaten emperyalistler, öncelikle kendi kamu oyları nazarında, cihatçıların yerine daha makul, daha inandırıcı bir araç olarak kullandıkları Kürtleri, öyle kolay kolay Türk devletine harcatmazlar. Emperyalistler Türkiye’nin tamamen Rusya’nın etkisi altına girmesini de istemiyorlar. Onu Esad’ın üzerine itmeye çalışıyorlar. Yapamadıklarını Türk Devletine yaptırmak istiyorlar.
Rusya da bu emperyalist niyetleri okuyarak, Türkiye’nin “terör” kaygularına kayıtsız kalmadığını göstermek istiyor. Zaten en başından beri ABD’nin Suriye’deki varlığını Türkiye için tartışılır hale getirmeye çalışıyordu. Türkiye ve ABD arasındaki görüş ayrılıklarında, Türk tarafına destek vererek, hem Türk kamu oyunu kazanmak hem de ABD’yi zor duruma düşürmek istiyor. Kürtleri Şam’a yakınlaştırarak, halen Suriye’nin kuzeyindeki ABD varlığını zayıflatmaya çalışıyor. Türkiye’nin bu son girişimini bu bakımdan belli kayıtlarla destekliyor.
Özcesi, AKP rejimi ABD ve Rusya’nın onayı olmadan böyle bir operasyona girişemezdi. Her iki güç belli kayıtlarla bu operasyona onay vermiştir. Yoksa, Türk devleti kendi başına bölgede racon kesecek bir konumda değildir. Bugün özellikle ABD ve müttefikleri tarafından yapılan açıklamalar, Türkiye’ye operasyonun sınırları konusunda baskı yapmak içindir. Hatırlatıcı oluyorlar.
Muhtemelen Türkiye bölgesel Kürt güçleriyle ciddi bir çatışma içine girmeyecektir. Türkiye sınırına pek yakın bir alanı istila ederek beslediği cihatçıları Suriye yönetimi üzerine salmak için fırsat kollayacaktır. Muhtemelen ABD yönetimine de bunun işaretlerini göndermiştir. IŞİD’in anahtarını bu amaca hizmet etmesi için devir almaya razı olmuştur.
Bu arada Türkiye’nin bu işgal hamlesi sonrasında, Suriye’nin kuzeyinde 450 km uzunluğunda, 30 km derinliğindeki bir hat boyunca, ülkemizdeki Suriyeli sığınmacıları yerleştireceği tampon işlevi görecek kentler (“cihatçı kentleri” demek isteniyor) inşa edeceği iddiası da, her şeyden önce, gülünçtür. Akılsız bir iddiadır. Aynı zamanda bu iddiasıyla Türkiye devleti Suriye’ye yönelik işgalci, kolonyalist niyetlerini de açığa vurmuş oluyor.
Türkiye, Rusya- İran ittifakı içinde daha fazla kalamaz. Zaten bu stratejik bir ittifak değil, taktik bir manevraydı. Rusya söz konusu olduğunda, başka biçimlerde ve bağlamlarda, bu tür taktik hamleleri daha önceki on yıllarda da bir kaç kez yapmıştı.
Suriye sorunu şu ya da bu şekilde, artık ötelenmesi sürekli zorlaşan şartlarda, kurumlarını, kurumsal aklını ve işleyişini işleyişini hemen hemen yitirmiş Türkiye devletinin çözülmesini kaçınılmaz hale getirecektir. Bunun ilk işareti iktidarı ve muhalefetiyle bütün bir siyasal yapının tasfiyesi olacaktır.
Türkiye Orta Doğu’da, Suriye’de rüzgar ekti. Ekmeyi de fütursuzca sürdürüyor. Fırtına biçecektir. Bundan kaçış olmayacak. Vaktiyle, dar siyasal, askeri anlamında da olsa, anti-emperyalist bir savaşın galibi olarak Hatay’ı adeta bir ödül gibi almıştı. Şimdi emperyalistlerin bağlaşığı olarak dahil olduğu ve kaybettiği savaşın faturası önüne konulacaktır
Son olarak, bir noktaya daha dikkat çekmek isterim. İslamcı rejimlerin hiç bir şekilde rasyonel davranma kapasitesi bulunmuyor. Zaten islamcı akıldan korkar. Karanlık için ışık neyi ifade ediyorsa, İslamcı için de akıl onu ifade eder. Bu hal, onları kullanan emperyalistler açısından hem avantaj hem de dezavantaj teşkil ediyor. Sürekli kontrol altında yönlendirilmeleri gerekiyor. Bu da zor oluyor. Pahalı sonuçları olabiliyor.
Mesela Cemaat, Ergenekon, Balyoz vb emperyalist operasyonların sahadaki uygulayıcısı olarak,akıl dışı, duygusal, tutarsız uygulamalardan kaçınamadı. Hınçlarına, öfkesine, baskın rövanşist eğilimlerine, mezhepçiliğine hakim olamadı. Süreci eline yüzüne bulaştırdı. Onun ortağı olarak sahneye sürülen AKP de Tayyip Erdoğan önderliğinde, benzer davranış biçimlerini sergilemeye devam ediyor. Onun akli hareket etmesini beklemek ahmaklıktır.