AKP ülkeyi ta başından itibaren sıkılığı malum “kumpas” larla giderek artan olağanüstü halle, teyakkuz halinde yönetmektedir. Alanı daraldıkça sıkıyönetimini takviye etmektedir.
Türkiye’de burjuva cumhuriyet fiilen çoktan bitmişti. Burjuva diktatörlüğünün iç yüzünü gizlemek için kullandığı sanal kuvvetler ayrılığı ilkesine dahi ihtiyaç duyulmaz olmuştu. Referanduma sunulan anayasal değişikliklerle başta Millet Meclisi olmak üzere zaten kurallara göre işletilmeyen bu kuvvetlerin hukuken ve reel olarak devreden çıkartılması öngörülmüştür.
Bütün bunları sadece tek bir adamın, onun partisinin talebi olarak görmek doğru olmaz. Bunların hepsi işbirlikçi sermaye sınıfının talepleridir. Bunun aksini iddia etmek sahtekarlıktır. Burjuva düzeninde bir “karizma”nın, onun partisinin talepleri sermaye sınıfının çıkarlarına aykırı olamaz. Aksi halde, sermaye sınıfının direnişiyle karşılaşır.
Bugün sermaye örgütlerinin, emperyalist devletlerin çıkıp, “tamam, referandum da gerçekleşti, artık demokratik düzeni işletiniz” çağrısı yapmaları, aklımızla alay etmeye çalıştıklarını göstermektedir. Ne demokrasisi, ne cumhuriyeti ?
Bu sadece ülkemizin gerçekliği değildir. Dünya çapında bir vak’adır. Kapitalizmin, “soğuk savaş” koşullarında gizlemeyi becerebildiği, demokrasi ve cumhuriyetle bağdaşmazlığı artık çıplak halde ortadadır.
Cumhuriyet, tanım itibarıyla, “kamu için”, kamuyla birlikte”, “kamu tarafından” yönetim demektir. Özünde kamusallık vardır. Burjuvazi iktidara yükselirken hegemonyası altına aldığı kitlelere toplumsal, siyasal kamucu vaatlerde bulunma ihtiyacı duymuştu. Burjuva cumhuriyet bu ihtiyaçtan doğmuştu. Kamusallığı ilga ettiğiniz vakit cumhuriyetin içini boşaltmış olursunuz. Dolayısıyla hegemonyayı sürdürmekte zorlanırsınız.
Burjuvazi kamusal kaygulardan sıyrıldığı ölçüde kendi siyasal alanını daraltır. Meşruiyet krizi baş gösterir. Bugün sadece Türkiye’de değil, hemen hemen bütün kapitalist ülkelerde “kamusal olan” alaşağı edilmiştir.
Kamu ekonomisi, kamusal katılım, kamusal hizmetler, sağlık, eğitim, kamusal güvenlik anlayışı, ordular, polis büyük ölçüde ya da kritik ölçüde tasfiye edilmişlerdir. Bu koşullarda halen kamusal işleyişe sahip az sayıdaki kurumun da işlevini yerine getirmesi mümkün olamamaktadır. Cumhuriyet anlayışına karşı işleyen süreçte sürekli olarak içleri boşaltılıp, altları oyulmaktadır.
Bir örnek olsun, TSK’nin son Suriye operasyonunda da gördüğümüz gibi, artık savaşlar da “proxy” ler marifetiyle, vekalet savaşları şeklinde yapılabiliyor.
Bu koşullarda kamunun katılımı, denetimi olanaksızdır. En az son otuz, otuz beş seneden beri global çapta oluşturulmakta olan yeni bir sistemden söz ediyorum.
Bugün yeni bir referandum yapılsa, yine benzer oyunlarla benzer bir sonucun çıkacağını öngörmek gerekir. Ne öncesinde ne de sonrasında bu süreci denetleyecek özerk bir kurum ya da mekanizma vardır. Daha doğrusu, kural yoktur. İhtiyaca göre işletilen bir kuralsızlık vardır.
Bu olağanüstü haldir. Sadece ülkemizde de yaşanmıyor. En iddialı burjuva demokrasileri olağanüstü hal rejimleri altında yönetilebiliyor. Bu gerçeği görmek gerekir.
Bu siyasal şartların oluşmasının zemini 18.yüzyıldan itibaren Batı’dan başlayarak totaliter bir sistem olarak kurgulanan burjuva modernitesidir. Bu modernitenin “demokratik” ve “demokratik olmayan” formları arasında özsel olarak hiç bir farklılık yoktur. İkisi de aynı derecede totaliterdir. Kapitalizm şartlarında, eşitsizlik, adaletsizlik derinleştikçe, onun emperyalist evresinde, global bir mahiyet kazandıkça (bu bakımdan tek tek her lokal, ulusal mücadele uluslararası bir karaktere de sahiptir) burjuva totalitaryanizmi ideolojik giysilerinden kurtulup çıplak bir hal almaktadır.
Bu gerçekliğin değiştirilmesi için söz konusu sistemin içi boşaltılmış kurum ve kurallarından medet ummak safdillik olacaktır. Bugün olağanüstü hal şartlarında düzenin verdiği fotoğraf nettir. Bu düzen ancak bir devrimle alt edilebilir. Kitlelerin ihtiyacına yanıt verecek kamucu bir düzen ancak sosyalist devrimle mümkün olabilir. Kapitalizm ve burjuvazinin hiç bir kamusal yeteneği ve iddiası kalmamıştır. Kentlere yığdıkları kitlelerin (toplumsal ve siyasal) kamusal gereksinimlerini karşılamaları mümkün olamamaktadır. Kifayetsizliği manipülatif anlamında ideolojiye abanarak telafi etmeye çalışmaktır.
Cumhuriyet kavramı ancak sosyalist bir düzen üzerinde yükselebilir. Bu düzen burjuvazinin önümüze koyduğu sandıklardan çıkmaz. Bugün bu eşitsiz ve dolayısıyla adaletsiz düzenden musdarip, çoğu, siyasal olarak bilincinde olmasa da, sistemden şu ya da bu derecede kopmuş kitlelere bunu anlatmakta, onları devrime ikna etmekte -belki de- öncelenmemiş ölçüde avantajlı durumdayız. Kitlelerin burjuva sistemden kopmaları dünya çapında izlenen bir gerçekliktir.
Özcesi, kaçınılmaz olan yaklaşan devrime sosyalist bir damga vurabilmek için hazırlanmamız gerekiyor.