Kürt hareketi yol ayrımındadır

Kürt hareketinin militan dinamiğini Taksim’de başlayıp bütün Türkiye’ye yayılan halk ayaklanmasında kararlı ve etkili bir şekilde yanımızda hissedemedik. Dün KCK’dan gelen bir açıklama üzerine, Beyoğlu’ndan başlattıkları  yürüyüşlerine tanık olduk.

Burada Kürt hareketiyle kast edilen PKK ve BDP ve onlara bağlantılı ya da bağıntılı örgütlerdir. Neden böyle olmuştur? Kürt hareketinin iki temel özelliği, tarihi boyunca tutarlı bir siyasal çizgisinin olmaması ve onunla alakalı olmak üzere hareketin öznel kompozisyonun köylü ve küçük burjuva karakteridir. Bu karakteristik yapısıyla Kürt hareketi, siyasal olarak, 1920’lerden itibaren oradan oraya savrulmuş, her zaman emperyalist güçler ve onların yerli işbirlikçileriyle işbirliği olanaklarını öncelikleri arasına yerleştirmiştir.

PKK önderliği,  80’lerin ortasından 1990’lara kadar izlediği devrimci sol siyaseti, emperyalizmin bölgesel projelerini hesaba katarak, emperyalist yağmadan pay kapma gayesiyle terk etmiştir. Emperyalizmin hizmetindeki AKP hükümetiyle yakınlaşıp, işbirliği kararı alması, bu eğilimin ulaştığı tepe noktası olarak görülmelidir. PKK önderliği ve ondan icazet alan BDP, bu gerici işbirliğini en oportünist “sol ” belagatle ambalajlayarak devrimci Türkiye halklarına yutturma düşüncesindedir. Hiç şüphesiz bu işbirliği, Kürt halkını gerici AKP’nin emperyalist  politikalarıyla aynı frekansa çekip, gericileştirecek, Kürt hareketi içindeki ilerici, devrimci güçlerin yalıtılmasıyla sonuçlanacaktır.

Yaşanan 10 yıllık deneyimden sonra halen AKP hükümetinin “barışçı”, “demokratik” olduğunu ileri sürerek onunla işbirliğini olumlamak, doğrudan doğruya ilerici halkların aklıyla alay etmek anlamına gelmektir. Dahası, bu bir siyasal ihanettir.

Bugün süren halk ayaklanması karşısında, Kürt hareketinin ikircikli, oportünist tavrı, Kürt önderliğinin içine girmiş olduğu emperyalist, işbirlikçi gerici siyasal konumdan ayrı düşünülmemek gerekir. Elbette onlar da bütün oportünistlerin sıkça başvurdukları gibi, tavırlarını “sol” bir belagatle kamufle ederek savunmaya devam edecekler, anti-emperyalist, devrimci sol güçlerin eleştirilerini “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” mantığıyla bertaraf etmeye çalışacaklardır.

Halk hareketinin neredeyse onuncu gününe girmekte olduğu bir zamanda Kürt hareketi, sokakların kararlığını görmüş, gerici hükümetle kapalı kapılar ardında yapmış olduğu işbirliği antlaşmasına da halel getirmeyecek şekilde, kıyısından köşesinden de olsa bu halk hareketine kısmen dahil olma ihtiyacı duymuştur (Bütün Türkiye’de, yabancı ülkelerde,  her türlü faşist saldırıya karşın, direnç, dayanışma varken, henüz Kürdistan bölgesinde bilgimiz dahilinde olan, bu yönde bir hareket yoktur). Özcesi,  bir ayağı AKP gericiliğiyle işbirliğinde olduğu halde, ötekisinin de ona muhalif halk hareketinde bulunmasını istemiştir. Bu tipik oportünist küçük burjuva “köylü” siyasetidir. Kürt siyasal hareketi tarihi boyunca sık sık tezahür eden hastalıklı, samimiyetsiz tavrını, bu tarihimizin en büyük halk hareketi karşısında da göstermiştir.

Elbette Kürt devrimcileri, demokratları, söz konusu Kürt partilerinin ve önderliğinin bütün çarpıtmalarına, oportünizmine rağmen AKP gericiliği karşısında, halkımızın devrimci isyanından yana tavır alacaklardır. 31 Mayıs 2013’te ortaya çıkan irade, sadece mevcut siyasal-yönetsel kurumların yasallığını fiilen ortadan kaldırmakla kalmamış, aynı zamanda, bütün siyasal konumların veya siyasetlerin meşruiyetlerini test edecekleri yegane merci haline gelmiştir. Ya bu irade tarafından önleri açılacak ya da tasfiye edileceklerdir.

Halk ayaklanması karşısında BDP’nin tavrı, bu partiyle AKP arasında siyaset tarzı bağlamında benzerlik bulunduğunu gözler önüne sermektedir. Her ikisi de Türkiye halklarının geniş kesimlerini dışlayan, özel gündemleriyle sınırlı olan partilerdir. Her ikisi de ancak daraltılmış bir siyasal arena da  iktidar eylemeyi hedeflemektedirler.  Bu partilerin her ikisi de, demokrasiyi işlerine geldiği kadarıyla ve şekliyle  isterler. Ona tramvay muamelesi yaparlar. Her ikisi de Türkiye partisi olamazlar.

Kürt sorununun devrimci, demokratik çözümü ancak direnen halkın tuttuğu meydanlardan, sokaklardan çıkabilir. Ya bu nehirle buluşacaksınız, ya bu nehir tarafından bir tarafa süpürüleceksiniz. Hem orada, hem burada; biraz oradan biraz da buradan olmaz.

KAMİL PARK


İkinci Cumhuriyet yasadışıdır

Şunu önce devrimcilerin anlaması lazım. 31 Mayıs 2013 tarihi itibarıyla sadece hükümet değil, parlamento, TSK, adliye, polis, kısacası, yeni Türk devleti ya da 2.Cumhuriyet sokaklardaki halk iradesi tarafından fiilen tasfiye edilmiştir. Bugün meşruiyetin yegane kaynağı sokaklardaki devrimci halk iradesidir. Direnen halkın gayri meşruluğunu ilan ettiği eski rejimin unsuru içindeki dost öğelerden beklenti içinde olmak anlaşılırdır. Gelgelelim, bunun mücadele sürdükçe, her geçen gün gerçekleşmesi zor bir beklenti haline geleceği açıktır. 31 Mayıs itibarıyla, bu mevcut devletin devrim hakkını kullanan  halka karşı girişmiş olduğu bütün faaliyetler, kalkışmalar yasa dışıdır. Kamil Park


Halk hareketinin baş talebi hükümetin istifa etmesidir

Bugün Arınç’la görüşen Taksim Dayanışması heyetinin dile getirdiği talepler, halk hareketinin  kanı ve canı pahasına savunduğu, savunmakta olduğu “hükümet istifa” talebini içermiyor. Dahası, bu talepler ancak AKP hükümetinin istifasıyla gerçekleştirilebilir taleplerdir.  AKP ile pazarlık olmaz. Taksim Dayanışması yanlış yapıyor. Artık AKP’nin vaatlerine inanmak, eğer demokratik ve devrimci sol siyasetler adına yapılıyorsa,  doğrudan işbirlikçiliktir. İhanettir. AKP hiç bir şekilde inandırıcı değildir. AKP ile hiç bir antlaşma olmaz. AKP hükümetinin tek yapması gereken, derhal istifa etmektir. Taksim Dayanışması, muhtemelen iyi niyetle, ama despot hükümetle diyalog anlamına gelecek, onun meşruiyetini ihya etmekle sonuçlanabilecek bir yol izliyor. Yanlıştır! Devrimci mücadelede iyi niyetlilerin “iyi niyetleri”nin devrimci hareket bakımından nelere mal olabildiği deneyimler dolayısıyla bilinmektedir. Taksim Dayanışması’nın dile getirdiği haklı talepler, 31 Mayıs tarihi itibarıyla, ancak AKP’nin istifa etmesiyle yerine getirebilir. Halk direnişinin baş talebi hükümetin istifa etmesidir.   Esasen 31 Mayıs 2013 itibariyla, fiilen baskıcı devletin bütün kurumları yasa dışı konuma düşmüştür. Bu tarihten itibaren tek yasallık kaynağı sokaklarda direnen halkın iradesidir. Kamil Park

TEK YOL DEVRİM

BİRİNCİ ÇAĞRI:

Direniş komiteleri oluşturmak için Türkiye çapında çağrılar yapmak lazım. Zaten fiili olarak var olan hali koordineli bir organizasyon haline getirmek lazım. Yani bu hareketin önderliğe ihtiyacı var. Bu aşamaya gelinince süratle siyasal talepleri yükseltmek lazım. “Tayyip gitsin”, “hükümet istifa” tamam ama yeterli değil. Tekrar üç aşağı beş yukarı benzer bir parlamento kompozisyonunu ortaya çıkartacak erken seçim talebini derhal geri çevirmek, halk direniş komitelerinin doğrudan temsilcilerinden oluşacak bir kurucu meclis çağrısı yapmak lazım. Tayyip yine sıkışınca “seçim” diyeceğinin sinyallerini veriyor. Buna razı olmamak lazım. Bu kendiliğindenlik sonunda askeri bir müdahaleye de yol açabilir. Polisin direnci kırılırsa, ya da gücünün yetmeyeceği görülürse, asker devreye sokulur. Bir kısım AKP karşıtı muhaliflerin zaten buna teşne oldukları malum.

Bu gece Beşiktaş’ta yaşananlar, polisin kısa bir süre sonra Taksim’e tekrar yükleneceğinin işaretlerini veriyor. Bütün gruplara direniş komiteleri oluşturmaları, bunların temsilcilerinin yer alacakları bir üst koordinasyon komitesinin tek elden eylemleri yönlendirmesi, taleplerini net olarak belirlemesi çağrısı yapılmalıdır. Eğer bunu başaramazsak, önderlik oluşturamazsak, Tayyip’i göndeririz belki ama yerine neyin, kimlerin geleceği konusunda tehlikeli bir belirsizlik oluşur. Kitle muallakta kalmayı istemez. Öncü, devrimci durumun yaratılmasını beklemez; yaratılması için katkı yapar. Zaman kaybetmemek lazım.Tayyip’in yerine ne koyacağımıza karar vermemiz gerekiyor. Ona manevra alanı bırakmamak lazım.

Çıkıp, “içki yasağını kaldırdım, Taksim’e kışla yok, AVM yok.Yaşam tarzlarına saygılı olacağız” diyerek zaman kazanmak isteyebilir. Yani bir anlamda, bugün DİSK’in dile getirdiği “ekonomist” taleplere büyük ölçüde razı olabilir. Tabii belli bir zaman geçince, daha fazlasıyla verdiğini geri alır. Bayrak Mitingleri’nin böyle bir sonucu olmuştur. Tayyip’in karşısına politika koymak lazım. Program koymak lazım. Mevcut itaatsizlik hali, direnen halkın kendi iktidarını kurmasının aracı olmalıdır. 27 Mayıs’ı tekrar ettirmemek lazım. Yani devrimi kaptırmamak lazım. Meydanda davul çalıp, nutuklar atmakla olmuyor. Ortak siyasal taleplerle ortaya çıkmamız lazım. Bu çapta sivil bir devrimci kalkışma tarihimizde ilk kez gerçekleşiyor. Halk Türkiye çapında bu kadar yaygın barikatlar oluşturma deneyimini ilk kez yaşıyor. Başaramazsak, neler olacağını çeşitli ülkelerin tarihi deneyimleri dolayısıyla biliyoruz. Yenilgiye uğratılmış büyük halk kalkışmaları ardından zifiri karanlık geliyor. Rehaveti, ataleti, tembelliği bir yana bırakmak lazım.Hiç bir devrim kitaplarda yazıldığı gibi olmaz. Her devrim kendi kitabını kendi meydanlarında yazar. Bu katıksız halk hareketinin örgütlenme seviyesini arttırarak daha yüksek bir seviyeye çıkarmak elzemdir. “Bunu kim yapacak” diye birbirimize bakmayalım. Hep birlikte yapacağız. Tıpkı barikatları hep birlikte kurduğumuz gibi. Kamil Park

İKİNCİ ÇAĞRI:

Fransız Devrimi dahil modern zamanların bütün devrimleri orta katmanların hareketi olarak başlamıştır. Buna kafayı takmak doğru değil. Rejime sokakta vurulan darbeler arttıkça toplumsal kabarmanın sosyolojik kompozisyonu çeşitlenir, tabanı genişler. Önemli olan siyasal önderliktir. Hiç bir devrimci kalkışma sosyolojik kompozisyonu itibarıyla, kendi başına sosyalist,proleter, burjuva, k.burjuva değildir. Bir devrimi burjuva veya proleter yapan siyasal önderliktir. O önderliğin siyasal taleplerinin bu çeşitli kitlelerin talepleri haline getirilmesiyle mümkün olabilir.

Devrimci kavga alanları, istenen kalıba göre hazır bir kitlenin arandığı değil, siyasal talepler ya da program etrafında kitlelerin dönüştürüldüğü, yaratıldığı alanlardır. Devrim alanları, ortak demokratik özlemlerle büyük bir halaya katılmış öznelere referans verir. Devrimci sol halay başı olmaya çalışmalıdır. Yaşadığımız günlerde bu büyük halayı, en net şekilde, sokaklarda, meydanlarda, barikatlarda tespit edilebiliyoruz. Hantal yapıların bu muazzam yaratıcılık faaliyeti karşısında yetersiz kalması kaçınılmazdır.

Örgütü eğilip bükülen bir alet gibi kullanmak gerekir. Ve tabii devrimcilik part-time değil, tam gün bir uğraştır. Alanları hiç bir şekilde bırakmamak gerekir. Mutlaka ana grupların temsilcilerinden oluşan direniş komiteleri oluşturarak, bunların koordinasyonunu temin etmek lazımdır. Modern tarihimizde bu kadar genişlik ve süreklilik göstermesi bakımından ilk olan bu sivil itaatsizlik hareketini ortak demokratik merkeziyetçi örgütlenmeyi bir üst aşamaya çıkartarak sağlam bir zemine oturtmak gerekir.

Hiç bir şekilde, “Erdoğan gitsin,Gül gelsin”, ya da “erken seçim” olsun taleplerine taviz vermemeliyiz. “Hükümet içinde çelişkiler var”, “Cemaat ve AKP arasında ihtilaf var” ya da “Ordu gelecek” türünden safsatalara taviz vermemek gerekir. Bu lakırdılar “eski düzeni” ihya adınadır. Gericiliğe hizmet ederler. Bunu kabul edemeyiz. Elbette hareket dayandıkça bunların safları çözülecektir. Ancak biz kendi işimize bakmalıyız. Direksiyonu ele alıp, önümüze bakmalıyız. Önce direniş komiteleri oluşacak, sonra modern zamanın hemen bütün devrimlerinde gördüğümüz gibi,iktidarı bu komiteler alacaktır. Ancak bu komitelerin oluşturacağı bir kurucu meclis ülkenin kaderini belirleyebilir. Bunu ilan etmek lazım. Zaman kaybediyoruz.

Eşitlik ve adalet istiyoruz. Bu hedeflerimize ulaşabilmek için de özgürlük talep ediyoruz. Bütün modern zaman devrimlerinin girizgahı burasıdır. Bu devrimci kalkışma, düzenin araçlarını kullanabilir ama onları idealize etmez. Alternatiflerini oluşturur. Bu söylediklerim şu ya da bu düzeyde fiilen bir gerçeklik halindedir.

Düzenin önerilerini (“erken seçim”, “ağaçları yeniden dikeceğiz” vb) ret edeceğiz. Kendi önerilerimizin kabul edilmesi için tavizsiz bastıracağız. Devrim alanları pazarlık alanları değildir. Kesin kararların uygulamaya konulduğu alanlardır. Devrimci çaba, var olan gerçekliği dönüştürme mücadelesidir. Yeni bir gerçeklik yaratma hareketidir. Hareket ortaya çıktığı andan itibaren karşısına çıkartılan her şey, her laf eskimiştir. Eskiye aittir. Medya devrim alanının kendisidir. Devrimin kullandığı her araç onun medyasıdır. Devrim kendi dilini yaratır. O dille kitlelerle iletişim kurmak önderliğin vasfına delalet eder. Safları, örgütlenme düzeyimizi ve kalitemizi yükselterek sıklaştırabiliriz. KAMİL PARK


Halk Direniş Komiteleri Oluşturalım

Mücadelenin şimdi içinde bulunduğu uğrak, çok somut, sonuç alıcı adımların atılmasını gerektiriyor. Elbette parti siyasal mücadelenin öncü aracıdır. Gelgelelim, kavga alanının kendi gerçekliğini ihmal ederek, onun ideal bir duruma göre şekil almasını beklemek yanlıştır. Önemli olan partinin halk hareketine, devrime önderlik edebilmesi, her şeyden önce bu olanağı ele geçirebilmesidir. Bu olanak, sadece parti örgütleri aracılığıyla değil, ama daha çok kitle örgütleri içinde parti kontrolü sağlamasıyla gerçekleştirebilir. Bolşevikler iktidarı işçi, asker, köylü sovyetlerindeki kontrolleri dolayısıyla alabildiler, sürdürebildiler. Parti iktidar için vardır. Bütün mesele halkı devrime taşırken,partiyi de o mücadele içinde iktidara taşımaktır.

Kavga alanları yaratıcı alanlardır. Parti bu yaratıcılığın aracı olmalıdır. Bunu yaparken kendi kendisini de pratik olarak yeniden yaratmalıdır. Ayaklanmış sokaklar fetişleri kırarlar. Parti kendisini bir fetiş haline getirmemelidir. Sokaklar halk hareketinden önceki legaliteyi aşmışlardır. Parti legaliteyi de fetiş haline getirmemelidir. Eğer sokaklar döğüşüyorsa, döğüşmeye zorlanıyorsa, partinin yapması gereken, herkesi partiye üye olmaya, katılmaya çağırmak değil, bizatihi döğüşenlerin arasına katılarak,  önderlik, iktidar mücadelesini kavganın içerisinden yapmasıdır. Direnen halkı işler tavsamadan, ya da büyük darbeler gelmeden direniş komiteleri oluşturmaya çağırması, bu komiteleri örgütlemesidir.
Öncü parti üye sayısı arttırılarak kitle partisi olmaz. Hatırlayacak olursak, daha 20’lerde Komintern, 5-6 bin kadar üyesi bulunan Çin Komünist Partisi’ni ( o sıralarda Çin’in nüfusu yaklaşık 400 milyon civarındaydı) kitle partisi olarak tanımlıyordu. Kitle partisi olmanın iki temel koşulu vardır: 1) Sıkı bir şekilde kitlelere bağlı olmak, kitle çizgisinden kopmamak, belli şartlar oluştuğunda kitleleri harekete geçirme ve yönlendirme kapasitesine sahip olmak; 2) Üye kalitesini yüksek tutmak; mücadelenin gerektirdiği görevleri en iyi şekilde yapabilme kapasitesine sahip üyelerden oluşmak.
Bir de tabii, devrim bir seçim çoğunluğu sorunu olarak görülemez. Burjuva diktatörlüğü şartlarında, insanlar devrim için değil, düzen için oylarlar. Devrim bir çok tarihsel vak’ada görüldüğü gibi,  bir seçim çoğunluğu marifetiyle yaratılmış “legalite” engelinin üstesinden gelmek için gerçekleştirilir. Bu bakımdan müesses  “milli irade” nin devrimci irade karşısında hiç bir meşruiyeti olamaz. Parmak hesabıyla devrim olmaz. Devrim, parmak hesabı yapan parmakların kırılmasıdır. Fransız Devrimi’nden sonra yapılan seçimleri royalistler kazanmışlardı. Rus Devrimi sonrasında 1918’de yapılan seçimleri SR’lar kazanmışlardı. Her iki sonuç da devrimin radikalleşmesinin önüne geçemedi. tersine, daha da radikalleşmesine yol açtı. Devrim bir oy çoğunluğu sorunu değil, aktivizm ve organizasyon sorunudur.
Türkiye çapında direniş komiteleri ( ya da dayanışma komiteleri) kurulması için çağrı yapmak lazım. Parti önderliği, iktidarı bu komitelere dahil olmaya çalışarak elde etmeye çalışmalıdır. Bütün kentlerde, yerelliklerde, iş yerlerinde bu direniş komiteleri eylemleri somut bir program etrafında yönlendirmelidir. “Hükümet istifa”, “eşitlik, adalet,özgürlük” “ekmek ve barış”, “iktidar direnen halka” gibi sloganlar altında tek vücut olmak için çağrı yapılmalıdır.Bu sloganlar aynı zamanda hareketin temel programıdır. Mesele sürekli programlar yapmak değil, az ve öz programları kararlılıkla uygulayabilmektir. Onları ete kemiğe büründürecek olan örgüttür. Böylece her kafadan bir ses çıkmasının önüne geçilebilecektir. Kavga sahalarında en gerçekçi, pratik ve demokratik örgüt, direnen halkın temsilcilerinden oluşan halk direniş komiteleridir. Direniş ya da dayanışma komiteleri öncü partiye alternatif örgütlenmeler değildir. Partinin kitleselleşmesinin araçlarıdır.
Bu örgütlerde önderliği kimin yapacağı demokratik bir sorundur. Ancak halk sokaklarda dayak yiyerek, dayak atarak, kısacası öğrenerek en doğru  konumu önerenlerin yanında olacaktır. Bu arada parti de öğrenecektir. Bu kavganın kaçınılmaz mantığıdır. Yoksa, hantallığa, bürokratik akla hizmet etmiş oluruz. Yakın zamanlardaki, Arap deneyimlerini, Yunanistan deneyimlerini hatırlayalım. Oralarda yapılan hataları görelim. Oralarda önderlik iddiasında bulunanlar yetersiz kaldılar. Barış zamanına özgü davranış şekillerinden, mantığından kurtulamadılar. Şimdi kavga zamanı, hareket örgütten halka, halktan örgüte doğrudur. Legal konumları kaybetmemeye gayret edelim, ama mevcut legalite içine de sıkışıp kalmayalım. Önemli olan direnen halkın nazarında legal olabilmektir. Vakit kaybetmeden direnen halkı, mümkün olan her yerde, işte, okulda,  mahallede direniş komiteleri içinde örgütlenmeye çağırmak lazımdır.

 

Tweetle

Hiç bir halk hareketi boşa gitmez

Daha önce 2007’de Cumhurbaşkanı olacak iken, Bayrak Mitingleri başlamış,Tayyip, korkarak geri adım atmıştı. Bu kez “padişah” olmak istiyor ve bir kez daha kitle hareketleri var. Şimdi Tayyip, devlet üzerindeki kontrolü itibarıyla, daha öz güvenli görünüyor. Güçlü olduğunu sanıyor. O zaman açık devrimci sol katılımın hemen hemen olmadığı Bayrak Mitingleri manipüle edilerek, Tayyip’i cumhurbaşkanı yapmama talebine eşitlenip, sonlandırılmış,Tayyip cumhurbaşkanı olamamış, ama umduğundan büyük işlere (!) imza atma olanağı bulmuştu.  Yani o zaman cumhurbaşkanlığını kaybetme karşılığında, daha büyük şeyler elde etmişti. Daha ilerde yapmayı düşündüklerini, erkenden yapma olanağı bulmuştu.

Eğer bu halk kalkışması, “devrim mi, sosyal patlama mı”,  içinde “orta sınıflar mı ağırlıklı yoksa işçi sınıfı mı” gibi meleklerin cinsiyeti hakkında yapılanları andıran tartışmalarla  heba edilirse, kısa bir soğutma döneminden sonra daha kuvvetli bir karşı saldırının geleceği açıktır. Hareketin taşıyıcısı olan öznelerle ilgili sınıfsal değerlendirmeyi acele etmeden, hareketin geçtiği, geçmekte olduğu uğrakları ihmal etmeden, ülkenin yer aldığı uluslararası emperyalist bağlamı da dikkate alarak yapmak gerekir.

Bu arada, saf bir toplumsal devrim veya toplumsal hareket olamayacağını, toplum kavramının tek bir sınıfa indirgenemeyeceği gerçeğinden hareketle öngörelim.  Her toplumsal hareket veya toplumsal devrim tanım itibarıyla, çeşitli taleplerle veya devrim talebiyle ortaya çıkan  farklı sınıflara referans verir.

Bu halk hareketinin kendiliğindenliği, örgütsüzlüğümüzün had safhada olmasıyla doğrudan alakalıdır. Bununla beraber, birbirlerinden farklı akımların, farklı sınıf çıkarlarını temsil eden grupların, hatta çok farklı beklentilerin sözcüsü olan kalabalıkların bu kadar uyumlu ve kararlı bir şekilde  ortak hareket etmesi, devrimci bir bunalıma gebe olduğumuzun işareti olarak görülmelidir. Devrimci bir ortam vardır. Bu ortamın nasıl evrileceğiyse,  önderlik sorunudur. Bu ortamın yol açacağı depremlerle bir  “devrimci durum”  haline gelmesi mümkündür. Öncü veya öncüler olayları oraya doğru itmelidir.

Bir toplumsal olayın ama özellikle de halk hareketinin bir düzenin, yönetimin bütün zaaflarını gözler önüne serme yeteneğine sahip olabileceğini bilelim. Halk hareketini ileri itmekle bu zaafların düzen ve yönetenler katında yol açacağı gedikleri genişletme olanağı doğacaktır. Bakınız, daha ilk günlerden itibaren,  balonlaşmış olduğu herkesin malumu olan ekonomi nasıl S.O.S verdi. Bu saatten sonra kaybedilecek olanı değil, kazanılacak olanları düşünmek lazım. Çünkü bu hareket devrimci taleplerin realizasyonuyla sonuçlanmazsa, Taksim’den sökülen ağaçların geri dikilmesiyle, İstiklal’den kalkan masaların yerlerine geri konulmasıyla sonuçlanırsa, vay halimize…

Elbette halk hareketi, devrimci mücadeleler boşa gitmez. Bir süreliğine durdurulabilseler dahi ilk fırsatta kaldıkları yerden daha güçlü şekilde devam ederler. Bu manada düzen içi güçler tarafından çabuk manipüle edilmiş Bayrak Mitingleri ve şu an ki halk hareketi arasında kitlesel kaygular ve özlemler bakımından bir süreklilik olduğunu söylemek herhalde yanlış olmayacaktır. Aynı tespiti hareketin, koşulları farklı olsa da, uluslararası düzeydeki halk hareketleriyle bağıntısı itibarıyla da yapmamız gerekir.

Bir çok halk hareketinin, öncekinin yol açtığı fay kırıkları üzerinde, çoğu durumda, öncekinin kullandığı araçları, metotları daha da  geliştirip, kullanarak ilerlediği görülür.  Bu bakımdan sürmekte olan halk hareketinin tarz, metot ve araçlarını gelecek olana devredebileceğini öngörmek lazım. Bunun çok sayıda tarihsel örneği var. Mesela, 1905 Rus Devrimi sırasında halk sınıfları “sovyet” kurullarını yaratmıştı. 1917 Ekim Devrimi iktidarın bu kurullara geçmesiyle gerçekleşmişti.

Durdurulmamak adına, hareketin olanaklarını gerçekleştirerek yeni mevziler kazanmak için azami çaba ve fedakarlık gerekmektedir. Hareketi mümkün olduğu kadar ileri itmemiz gerekmektedir. Ne kadar ileri itebilirsek,bir daha ki sefere o kadar ileri bir noktadan devam etme olanağına kavuşuruz.Öncelikle hareketi bir siyasal iktidar hedefine kavuşturmak gerekir. Siyasal iktidar sorunu, düzen içi güçlerin demokrasicilik, “barış”, “milli merkez”cilik oyunlarına alet edilemez.

Burjuvazi ve AKP hükümeti şunu iyi bilmelidir,  bu halk hareketi geri püskürtülse dahi, biraz ileride çok daha kalabalık ve çok daha radikal taleplerle, öncelenmemiş bir örgütlülük ve kararlıkla karşılarına çıkacaktır.

Son olarak, metropol İstanbul, ne 18.yy’ın Paris’i, ne 20 yy’ın St.Petersburg’udur. Kaldı ki, bütün modern devrimler kentlidir. Bir çok devrimde de, hatta iddiaları hilafına, hareket kentten kıra doğrudur. Kapitalizmin kentleri esas olarak orta ve alt sınıflar arasındaki sınırı belirlemenin hayli güç olduğu  mekanlardır.

Zamanımızın metropollerinde, orta sınıflarla, alt sınıflar arasındaki geçişlilik, hareketlilik son derece dinamiktir. Söz konusu katmanlar arasındaki mesafe hemen hemen ortadan kalkmıştır.  Kapitalist metropoller, özellikle de sistemin çeperlerinde, orta katman ve alt katman arasındaki sınırların son derecede muğlaklaştığı, kültürel olarak zengin bir heterojenlik arz eden mekanlara referans verirler.  Neo-liberal vahşi kapitalizm şartlarında, sistemin merkezleri de dahil olmak üzere, bu mekanlarda yaygın ve genel bir proleterleşme, yoksunlaşma ve yoksullaşma, en azından yaygın bir sosyal güvensizlik ortamı vardır. Söz konusu katmanlarla, sermaye sınıfı arasındaki mesafe dramatik olarak açılmıştır. Her toplumsal patlamanın altında fokurdayan sınıfsal etkenler çıplak gözle dahi görülebilir haldedir.  Yani hava bu mekanlarda kurşun gibi ağırdır. Öyleyse, devrim solunan havadadır.