Bütün mesele yoksulların, özellikle kent yoksullarının bu direnişi kendi meseleleri olarak görmelerinin temin edilmesidir. Kültürel farklılıkları, kayguları öne çıkartan bir söylemden çok, ortak ekonomik, sosyal sorunları işleyen, özlemleri dile getiren bir dile ihtiyaç var. Aslında AKP politikalarıyla sorunu olan ve sorunu olduğunun henüz farkında olmayan çok sayıda insan “medyatik” kültürel vurgular dolayısıyla halk direnişiyle kontakt kurmakta zorlanıyor ya da tereddüt ediyor. Kendisine o meydanlarda yer olmadığını düşünüyor. Ancak halk direnişi arttıkça sokaklardaki, meydanlardaki kitleler sollaşıyor.
AKP’nin ve liberal işbirlikçilerinin bayraktarlığını yaptıkları kültüralist söylemi sınıfsal söylemle bertaraf edelim. Bu arada bu kültüralizmin, “klasik sınıf siyasetini bırakalım; politik eleştiriyle kültürel sorunlar ve kültürel özneler arasında bağ kuran bir radikal siyaset izleyelim” diyen “yeni sol”un telkini olduğunu da geçerken hatırlatalım.
Kuşkusuz, bu kez “bayrak mitingleri”ne göre çok daha ileri bir noktadayız .Söz konusu organize mitingler erken ama bu kez tersten, lakin geç sonuçları itibarıyla da pek farklı olmayan, bir tür “27 Mayıs” hamlesiyle manipüle edilmişti. Bu mitinglerin “Arap baharı” na benzer sonuçları oldu. Biz “Arap baharı” nı 2007’da yaşadık demek yanlış olmayacaktır.
Bugünkü kendiliğinden halk ayaklanmasının toplumsal tabanı tartışmasız daha geniştir. Emekçi, ücretli sınıfların katılımı daha yoğundur. Bunun en önemli nedeni neo-liberal ekonomi politikalarının neden olduğu toplumsal tahribat ve dünyadaki ekonomik krizdir. Hareket özü itibarıyla anti-kapitalisttir. Sol hareketlerin ve devrimci militanlığın katılan geniş kitleler nezdinde öncelenmemiş ölçüde kabul görmüş olması da ayaklanmanın bu anti-kapitalist özünün bir göstergesi olmaktadır.
Ancak henüz ulaşmamız gereken, hareketin başarısı bakımdan önem arz eden çok önemli bir kitle var. Onlara ancak, onların somut, yakıcı sorunlarına, özlemlerine nokta vuruşu yapan, somut, kısa vadeli çözümler öneren anti-kapitalist, sol bir söylem ulaşabilir.
Bu vuruşlar 70’li yıllarda bir ölçüde yapılabiliyordu. Bugün geçmişe nispetle daha fazla kentli orta sınıf değerleri, ve tüketim eğilimlerini de içerecek şekilde, orta sınıfa özgü ideolojik konumlarla karakterize edilebilecek oldukça farklı bir öznel kompozisyona sahip sol hareketlerin bundan böyle yoksulluk ve yoksunluk kültürü içinden konuşmayı öğrenerek (dinciler bunu bizden iyi yapıyorlar), söylemlerini her türlü elitist,kültüralist imalardan arındırmaya gayret etmesi gerekmektedir.
Bu yaşadığımız olay esnasında başarıyla test edilmiş militan kapasitenin sınıfsal, militan bir söylem ya da ideolojiyle donatılması, sol safların genişletilmesi gibi bir işlev görecektir. Devrimci sosyalist hareket bugün, 31 Mayıs 2013 tarihine göre çok daha etkili bir noktadadır. Bu halk hareketinin en dolaysız sonuçlarından bir tanesi, bence, devrimci solun önünü açmış olmasıdır.
AKP’nin metropollerde tabanını oluşturan kitleler, kentlileşme sürecine görece yeni girmiş öznelerden oluşuyor. 70’lerde sol bu kitlelerle temas kurup, onları bir ölçüde, sol siyaset etrafında, hareketlendirebiliyordu. Solun darbeyle tasfiyesinden sonra oluşan boşluğu islamcı gruplar, cemaatler doldurdu. Üstüne üstlük, 24 Ocak 1980′ den itibaren neo-liberal iktisat politikalarının hakim olmasıyla, popülist ekonominin devre dışı bırakılması, kırdan kente göçü öncelenmemiş ölçüde yoğunlaştırmıştı. Bu durum, kentlileşme dinamiğinin, cemaat/tarikat havuzu içinde köreltilmesi, öznelerin geleneksel değerlerle yeniden kurgulanması gibi bir sonuç doğurdu.
Elbette bu yapıdaki özneler kendilerini çekip çeviren söz konusu oluşumların telkinleriyle, halk hareketi karşısında şaşkın ve yer yer tepkili olacaklardır. Ancak hareketimizin devam etmesi bu uhrevi vaatlerle oluşturulmuş şizofrenik havuzun her bir yanından su kaçırmasına neden olacaktır.
Unutmayalım ki, sadece hareketimiz içerisinde değil, bu paradoksal olarak, yeniden gelenekselleştirilerek kentlileştirilmek istenen kitle arasında da önemli sayıda genç insan vardır. Devrimci sol, tereddüt ya da şaşkınlık içindeki bu kitleyi denetimi altında tutmaya çalışan dinci dayanışmacı örgütlerin boşluğunu süratle dolduracak önlemleri almak zorundadır.
Öte yandan, bir kaç yıldan beri, yıllar sürebilecek bir devrimler, toplumsal alt üst oluşlar periyoduna girmiş olduğumuzu düşünüyorum. 1980’lerde zuhur eden restorasyoncu siyasetlerin, karşı devrimlerin arkasından bu devrimci kabarmanın oluşması beklenilen bir durumdu. Bu süreç, global olarak, uzamda genişlik, içerikte derinlik ve zamanda süreklilik kazanarak devam edecektir. Elbette tarihsel bilgi ve deneyimlerimiz bu kabarmanın düz bir çizgi boyunca ilerlemediğini bize gösteriyor. İleri atılmalar, geri püskürtülmeler sonra daha organize halde, daha büyük atılımlar…
Son olarak, islamcı militanın yoksul halkla ya da halk sınıflarıyla nasıl konuştuğunu hatırlayalım.. Ne diyordu dinciler, “yoksuluz çünkü zengin, tuzu kuru laiklerin, Atatürkçülerin adaleti yok, ekmeğin büyük kısmını kendileri yiyiyorlar, bizi adam yerine koymuyorlar, üstüne üstlük giyimimize, kuşanmamıza, geleneklerimize, dinimize de müdahale edip, bizi hor görüyorlar”. Sistemli olarak duygularına hitap ettikleri gücenik bir kitle imal etmeye çalışıyorlardı. Reaksiyoner siyasetin gücenik kitlelere ihtiyacı vardır.
Dikkat edilirse burada bir kapitalizm, sistem eleştirisi yoktur. Kapitalizme alternatif bir kamusalcı program da önerilmiyor. Ekonomik-toplumsal eşitsizlikle kültürel, dinsel tarzlar, yaklaşımlar arasında bir ilişki kuruluyor (AKP, Kürt seçmenle de bu kültüralist, anti-elitist söylemi aracılığıyla bağlantı kurmayı başarıyor), aynı kapitalist su başlarına kendileri oturduğunda bu adaletsizliğin ortadan kalkacağı telkin ediliyordu. Bir bakıma, “yeni sol” anlayışın programını kendi anlayışlarına uyarlıyorlardı. Aslında, “yeni solcu” bir çok liberal aydınla teması daha bu noktada kurmuş oluyorlardı. Söz konusu aydınlar, bu muhafazakar konumun yasallık kazanmasında,entelektüel camiaya taşınmasında aktarım kayışı gibi işlev görmüşlerdir.
Öte yandan, bu muhafazkar kültüralist stratejiye karşı hezeyan şeklinde sunulmuş kültüralist, laik, elitist vurgularıyla Bayrak Mitinleri’ne karşı AKP söyleminin yüzde elliye yakın tepki oyu alması bundandı. Karşı çıkış veya kaygular haklı ama dili AKP’nin ekmeğine yağ sürecek cinstenti. Üstüne üstlük bir de asker müdahalesi devreye girince… AKP’nin ancak anti-kapitalist sınıf siyasetiyle geriletebileceği görülemedi.
On yıllık AKP icraatı islamcı zenginleri su başlarına yerleştirmiş, ancak onlardan beklenti içinde olan kitlelerin beklentilerine yanıt verememiştir. Yoksulluk ve yoksunlluk genişlemiştir. AKP iktidarı, sınıftan kaçan “yeni sol” anlayışın da çökmesiyle sonuçlanmıştır. Şimdi, dünün “kültürel mazlumları” bugünün “kültürel zalimleri” haline geldiler mi diyeceğiz? Bu kültüralist zırvalara bir son vermek gerekiyor. Dün de sorun kapitalizmdi; bugün de.
Şimdi solun devreye girip, adaletsizliğin, kapitalist düzenin “laik” ve “dinci” hırsızlarının iktidar mücadelesinden çıktığını, asıl adaleti olmayanın bu “dinci” ve “laik” hırsızların birlikte çekip çevirdikleri emek ve emekçi düşmanı kapitalizm olduğunu bir çıkış arayan hazır kitleye anlatması lazım. Bu düzenin değişmesi gerektiğini vurgulaması lazım. Bu halk hareketimiz bu bakımdan önemli bir fırsattır.
KAMIL PARK